İddianamenin felsefi çözümlemesi: İnanmak mı, bilmek mi... |
İBB/İmamoğlu iddianamesi halen yayın yasağı kapsamında.
Ama dosyadaki iddialar ekranlarda gazete manşetlerinde lehte-aleyhte tartışılmaya devam ediyor! Kuşkusuz bu da kamuoyuna yansıyor; nereye gitseniz konu sadece iddianame…
Herkes, peşinen inandığına göre sayfaları bir yanından tutup çekiştiriyor. Duygu, aklın önüne geçiriliyor…
İnsanların bu iddialara neden ve nasıl inandığı, yani siyasi hakikat, güven, delil, ideoloji, psikoloji, otorite gibi kavramlara dayanıyor.
Yani her birey iddianameyi; kendi dünya görüşüne, siyasi pozisyonuna, adalet anlayışına, otoriteye duyduğu güvene veya güvensizliğe, medya etkisine, grup aidiyetine
göre yorumluyor...
Bu yüzden iddianame, birine göre “gerçekleri ortaya çıkaran metin”, diğerine göre “siyasi operasyon”, bir başkasına göre ise “bürokratik güç gösterisi” oluyor…
Böylece iddianame hakikatin değil, toplumsal güvenin testi hâline getiriliyor:
-Devlete/yargıya yüksek güven duyan gruplar, iddianameye daha kolay inanıyor.
-Devlete/yargıya düşük güven duyan gruplar, iddianameyi baştan reddediyor.
Böylece herkes inandığını doğru-gerçek kabul ediyor, psikolojik inanç gerçeğin önüne geçiyor!
Peki soru şu:
İnsanlar gerçeğe nasıl karar veriyor? Neden inanıyor?
Açayım:
SİYASAL KİMLİK TESTİ
Öncelikle şu gerçeğin altını çizelim:
Unutmayınız ki, “iddia” en basit anlatımla doğruluğu henüz kanıtlanmamış olandır. Kesinliğe karar verecek yargı sürecidir.
Ve fakat:
Bir iddianamenin; siyasal felsefe, hukuk felsefesi, kamusal akıl, iktidar-muhalefet ilişkisi, meşruiyet, adalet anlayışı gibi farklı açılardan........