Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda gergin gündem: Trump'ın narko mafya stratejisi
Geçen hafta yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda gündeme 3 konu hakim oldu. Ukrayna savaşı, Gazze üzerine tartışmalar ve ABD’nin başlattığı ve “narko terör” olarak adlandırdığı mafyayla savaş. En dikkat çeken bir konu da ABD Başkanı Donald Trump’ın gerek konuşmasında gerekse yaptığı temaslarda takındığı küstah ve üstenci tavırdı.
BM’de her konuşmacı elbette kendi devletinin çıkarları açısından pozisyon aldı. Bir kısmı da dünya kamuoyu kadar kendi seçmenlerine veya halkına da seslendi. Ancak seçimlerde oy toplamak için harcanan bu çabaların ne kadar yararlı olacağı da pek belli değildir. Çünkü uluslararası politikada kuşkusuz konuşmadan çok eyleme bakılır. Ve verilen pozlardan çok yapılan iş önemlidir.
Ukrayna savaşı başlayalı üç buçuk yıl oldu, Gazze savaşı ise yakında iki yılı tamamlayacak. Bu dönemde “söz” elbette fazla değer taşımadı, antik düşünürler çağından beri böyledir, savaş başlayınca silahlar konuşur, söz etkisini yitirir. Yine de insanlar sözlerden anlam çıkarmaya barış için umutlanmaya çalışırlar. Ancak Trump’ın “dünyanın sahibi benim” tavrı insanlarda tam tersine duygular uyandırdı.
SOMUT KONULAR YAKICI GERÇEKLER
Öte yandan, Genel Kurul konuşmalarının genel atmosferi dünyada bir dönemin kapanıp yenisinin açıldığını ilan ediyordu. Esasen her yıl yapılan bu konuşmalarda eskiden daha çok soyut fikirler ele alınır ve insanlığın geleceği üzerine projeksiyonlar yapılırken bu kez aktüalite büyük ağırlık kazandı.
Birçok ülkenin konuşmacıları dünya olaylarına ve somut gelişmelere değinirlerken hâlâ neoliberal küreselcilik yanlısı olan Avrupalı liderlerin yakın geçmişe duydukları özlem hissedildi. Oysa bu dönem kapandı artık. Fransa, Belçika ve bazı AB ülkeler Trump’ın ikinci kez başkan oluşuyla başlayan ABD dayatmacılığına karşı tavır alırken ne yapacaklarına henüz tam karar verememiş durumdalar. İspanya ve bazı İslamcı rejimlerin temsilcileri ise insanlığa açık, somut ve gerçekçi mesajlar iletmek yerine adeta hayaller anlatmayı seçtiler.
Bu politikacılar, kendi ülkelerinde ve iç politikada “popülizm” olarak suçladıkları söylemi uluslararası ilişkilere taşıdılar. «Gücün acımasız mantığını bırakalım», «hükmetmek değil iş birliği yapmak gerekir», «jeopolitik 'ego-politik’ olmamalı» gibi söylemler aslında aktörleri devlet olan bir güç mücadelesine sahne olan BM Genel Kurulu’na artık çok da uymuyor.
Bazı NATO ülkeleri liderlerinin ağzından ise «etkili birçok taraflılık gerekir», «hegemonya yerine iş birliği istiyoruz », "en güçlünün yasasının üstün gelmesi kabul edilemez" veya "azınlığın bencilliği sona ermeli" gibi söylemleri duyunca bunların aslında sadık ama nazlı müttefikleri tarafından ABD’ye yöneltilmiş sitemler olduğunu anlıyoruz. Ama şu dönemde uluslararası ilişkilerde sitemin ne önemi olabilir ki?
Trump sayesinde artık herkes biliyor ki küreselci neoliberalizmin Sovyet Blokunun dağılmasından sonraki “parlak gelecek” vaatleri tamamen balondu. Yapılan sistem övgüleri imparatorluğun merkez ülkesi ABD’nin gücünü pekiştirme çabasından ibaretti.
Kapitalizmin egemen olduğu dünyamızda kim güçlü ise onun borusu ötüyor. O kadar ki Ortadoğu’da her taşın altındaki ABD’yi eleştirmeye bile cesaret etmeyenler suçu ezeli günah keçisi saydıkları ülkelere yani Yahudilere yüklüyorlar. Sistemin temel taşı olan ABD hegemonyasına gözlerini kapayanların, Amerikan kartalının kanatları altına sığınıp sürekli antisemitizm yapanların, bu yetmezmiş gibi bir de ABD’nin sıkı müttefiki olmaktan duydukları mutlulukla övünenlerin bu davranışları kendi yurttaşlarını nedense rahatsız etmiyor.
DIŞ POLİTİKA İÇ POLİTİKANIN DEVAMI
Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da yeni romanı “Uzun Bıçaklar” hakkında bir röportajda soruları yanıtlayan İskoç yazar Irvine Welsh’in sözleri günümüzü çok iyi anlatıyor: “Devletler artık değil alt sınıfları, orta sınıfları bile temsil etmiyorlar. Küresel elitlerin çıkarları için çalışıyorlar ve her türlü kötülüğü yapabilecek olan insanları bir araya toplamışlar”
Uluslararası ilişkiler elbette ülkelerin kendi yapılarının ve iç politikalarının doğal bir........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Rachel Marsden