Hukukun Eşitliği, Ulusun Birliği ve Görünmezliğin Siyaseti

Modern dünyada ulus-devlet, neredeyse doğal bir olgu gibi algılanır. Doğarız, vatandaş oluruz, kimlik alırız, yasalar önünde eşit sayılırız ve bu düzenin “kendiliğinden” var olduğu varsayılır. Oysa Marx’ın eleştirisi tam da bu doğallık duygusunun kendisine yöneliktir. Çünkü kapitalizmin en güçlü yanı, yalnızca sömürmesi değil; sömürüyü görünmez kılmasıdır. Ulus-devlet, bu görünmezliğin en yetkin siyasal formudur.

Burjuva hukuk düzeni bu görünmezliği kuran başlıca üstyapısal alanlardan biridir. Hukuk, biçimsel olarak eşitlik üzerine inşa edilmiştir: Herkes yasa önünde eşittir, herkes sözleşme özgürlüğüne sahiptir, herkes aynı haklara ve yükümlülüklere tabidir. Ancak Marx’ın meta fetişizmi çözümlemesinde gösterdiği gibi, kapitalizm kendini tam da bu biçimsel eşitlik perdesi üzerinden örgütler. Meta, toplumsal ilişkileri şeyler arasındaki ilişki gibi gösterir; hukuk ise sınıfsal ilişkileri bireyler arasındaki sözleşmeler biçiminde sunar.

Bir işçi ile patron arasında yapılan sözleşme, hukuken “özgür iradeye” dayanır. Oysa bu özgürlük, yapısal bir zorunluluğun üzerini örten bir anlatıdan ibarettir. İşçinin emeğini satmama özgürlüğü teoride mümkündür; fakat yaşamını sürdürebilmek için emeğini satmak zorunda oluşu, bu özgürlüğü fiilen anlamsızlaştırır. Hukuk, burada eşitsizliğin sonucu olan bir ilişkiyi, eşitliğin ürünü gibi gösterir. Marx’ın hukuka yönelttiği eleştiri tam da bu ters yüz edişe işaret eder: Hukuki eşitlik, toplumsal eşitsizliğin ideolojik biçimidir.

Bu noktada ideoloji kavramı belirleyici hâle gelir. Marx için ideoloji, basitçe “yanlış bilinç” değildir. İdeoloji, toplumsal ilişkilerin bilince yansıma biçimidir. İnsanlar yalan söyledikleri için değil, gerçekliği belirli maddi ilişkiler........

© Nokta Haber Yorum