ANAP’ın 1999’da dillendirdiği, “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” söylemini AKP de özellikle açılım-saçılım sürecinde canla başla sahiplendi. Bu sayede terör örgütü siyasallaştı, teröristbaşıyla masaya oturuldu, şehirler bombalarla dolduruldu. Sonuçta AB’ye giremesek de AB’nin göçmen deposu yapıldık.
Şimdilerde emperyalistler ve içimizdeki uzantıları, “her türlü Avrupa perspektifi için” AKP’ye yeni bir “yol” gösteriyor. AKP de 31 Mart yerel seçiminin ardından gündeme gelen “ikinci reform dalgası” kapsamında bunları yerine getirmeye hazırlanıyor.
Bunlar da mı Kendi Kalemize Gol Değil?
Bu yeni “yola” gelmeden evvel iktidarın içerideki muhalifleri suçlamada kullandığı, önceleri “beşinci kol faaliyeti”, şimdilerde ise “etki ajanlığı” dediği işleri gerçekte kimlerin, nasıl yaptığının dört dörtlük örneklerini anlatalım.
Malûm, Yunanistan’la aramızda “bahar havası” var. Başbakan Miçotakis’in 13 Mayıs’taki iade-i ziyaretinden hemen önce Ankara’nın, 2020 yılında aldığı Kariye Manastırı’nın camiye çevrilmesi kararını hayata geçirmesi bu havayı azıcık bulandırdı. Kararın “gereksiz ve yanlış bir tercih” olduğunu belirten Miçotakis, Erdoğan’la görüşmesinde bunu gündeme getireceğini açıkladı. Dediğini de yapıp Erdoğan’ın yüzüne, sözkonusu karardan üzüntü duyduklarını, “bu olağanüstü mekânın bütün insanlığa ait bir eser olduğuna inandığını” söyledi.
Miçotakis’ten evvel bir kişi daha bu karara tepki gösterdi. Bu kişi, Fener Rum Patrikhanesi’nin 5 yıl önce ABD’deki Rum Ortodokos Kilisesi’ne atadığı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve ABD’ye gittiği günden beri Türkiye karşıtı tüm faaliyetlerde boy gösteren, ama Ankara’nın ısrarla duymazdan görmezden geldiği Başpiskopos Elpidophoros’tu. 2020’de Ayasofya’nın ibadete açılmasının ardından Türkiye’yi sert ifadelerle suçlayıp protesto eylemleri düzenleyen ve ABD yönetimini harekete geçiren Elpidophoros, Kariye kararı üzerine de iktidara özetle tehditle karışık şu mesajları gönderdi:
“Ayasofya’ya el konulması ve yeniden camiye dönüştürülmesinin ardından alınan bu karar, tüm inançlardan insanlar arasındaki karşılıklı saygı ve anlayış senfonisinde uyumsuz bir nota oluşturmaktadır… Ayasofya’nın Temmuz 2020’de yeniden İslami bir camiye dönüştürülmesinin de dayandığı ‘fetih hakkı’ mantığı, insan uygarlığının ortaçağ standartlarına gerilemesi anlamına gelmektedir. Dahası, 21. yüzyılda ‘fethedilen anıtlarda’ kılıç sallayan bir din görevlisi tarafından dua edilmesi, şiddet unsurunu yeniden gündeme getirmektedir… Uygun gördüğü kararları almak Türk hükümetinin ayrıcalığıdır. Ancak… Anlık siyasi çıkarlar uzun vadeli zararları örtmemelidir… Türk hükümetinin bu kararları (Ayasofya ve Kariye Manastırı’nın yanı sıra diğer anıtların dönüştürülmesi), insan hak ve özgürlüklerinin altını oymak ve dinin silah olarak kullanılmasını onaylamak potansiyeline sahiptir.”
Bu mesajların ardından ise gözdağı niteliğindeki, “Özellikle Ortodoksluğun dünya merkezi olan Ekümenik Patrikhane’nin İstanbul’da olması ve çok sayıda vatandaşın başka din ve mezheplere mensup olduğu bir ülkede bulunması nedeniyle, bu eylemin ciddiyetinin ve olası sonuçlarının farkında olarak” şeklinde ifadelerle Türk hükümetini Kariye kararını yeniden gözden geçirmeye çağırmakla kalmayıp, “Amerikan hükümetinin bu gelişmelerden endişe duyması gerektiğini” kaydetti.
ABD Dışişleri Bakanlığı da hemen ertesi günü, “Türk hükümetini, farklı dini topluluklara ev........© Müyesser Yıldız