İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşüşü dünya gündemine bomba gibi düştü. Kazada, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin yanı sıra Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, Tebriz Valisi Malik Rahmeti ve İran lideri Hamaney'in Tebriz Temsilcisi Ayetullah Muhammed Ali Al-i Haşim de hayatını kaybetti.
İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin trajik kazası, (veya suikastı ya da sabotajı?) sadece bir siyasi figürün değil, mevcut krizlerle boğuşan İran İslam Cumhuriyeti'nin sıkıntılı günlerinin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bu olay, uluslararası ambargolar ve izolasyon altında inleyen bir ülkede, zaten var olan baskıların daha da artmasına ve rejimin kendini daha da sıkılaştırmasına neden olabilir. İran'ın bu zor dönemi, dış dünyadan giderek izole bir hale gelmesinin doğrudan sonuçlarından biri olarak değerlendirilebilir.
Geçelim detaylara.
Kazanın ardından enkazı, Akıncı İHA’ların bulduğu söylendi. Ne mutlu bize ki komşularımızın teknolojik destek talebine yanıt vererek yardımcı olabiliyoruz. Ancak burada bir parantez açmak gerekir.
Modern Türk savunma sanayiinin, geçmişin zorlukları üzerine inşa edilen muazzam yükselişinin hikayesi midir bu gerçekten!?
Bu başarılar sadece şimdiki idarecilerin "yenilikleri" olarak sunuluyor olabilir. Oysa ki, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, Atatürk'ün liderliğinde, silah tamir atölyelerinden uçak fabrikalarına uzanan bu süreç, bugün Akıncı İHA'ların göklere yükselişine zemin hazırlayan asıl mirastır.
Atatürk'ün liderliğinde başlatılan Millî Mücadele döneminde kurulan, Ankara Silah Tamirhanesi ve Kırıkkale Tüfek Fabrikası gibi ilk askeri fabrikalar, silah ve mühimmat imalatıyla Türkiye'nin savunma kabiliyetini temelinden şekillendirmiştir. 1950'de kurulan Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve 1973'te kurulan TUSAŞ gibi kuruluşlar ise, bu alanda atılan adımların devamını sağlamıştır.
Dolayısıyla, Akıncı İHA'ların elde ettiği teknolojik başarılar, yalnızca son yılların ürünü değil, Türkiye'nin uzun yıllar süren teknik ve bilimsel birikiminin sonucudur. ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN ve TÜBİTAK gibi günümüzde de faaliyetlerine devam eden kuruluşlar, bu zengin mirasın, milli imkanlarla büyük başarılara imza atan modern yansımalarıdır. (Bu başarılardan bahsederken, intihar(!) ettiği söylenen genç ASELSAN çalışanlarının sır ölümlerini de aklımızdan çıkarmıyoruz.) Bu başarılar, Cumhuriyetin ilk günlerinden bu yana savunma sanayiinde yapılan yatırımların ve zeka birikiminin devamı niteliğindedir.
Bu büyük kurumların birikimleri, aklı, hafızası artık özel sektör şirketleri tarafından devam ettiriliyor. Ta Özal döneminde başlayan ve 2002’den itibaren de hız kazanarak devam eden özelleştirme furyası her alanı olduğu gibi savunma sanayii alanını da ele geçirmiş durumda. Bu şekilde savunma sanayi el değiştirmiş, bu alanda adeta bir hafıza transferi yaşanmıştır. Söz konusu özel şirketlere, devlet olanakları sonuna kadar açılmış, yukarıda ismi geçen köklü Cumhuriyet kurumları baskılanarak kenarda durmaya mecbur bırakılmıştır.
“Damat politikaları” elbette yeni bir fenomen. Ancak, bir İHA’nın, yurtdışından (Çin’den, Kore’den, Tayvan’dan, Kanada’dan, ABD’den, Almanya’dan, Ukrayna’dan) getirilen parçalarla toplanması -ki bu, biraz “global köyde alışveriş yapmak” gibi düşünülebilir- Türkiye'nin asıl savunma sanayi mirasını gölgelememeli. Bu köklü Cumhuriyet kurumları sayesinde, onların mirasının taşınmasıyla, bugün dünyanın bahsettiği bu araçlar uçabilmektedir.
Ayrıca yerli üreticilerin, teknoloji şirketlerinin makine sanayiindeki faaliyetleri ve birikimleri bugünkü İHA’ların, SİHA’ların üretiminde önemli bir rol oynamaktadır. Yani yerli üreticilerimizin emeği de bu süreçte büyük bir değer taşımaktadır, bu noktayı da atlamamak gerekir.
Sorulması gereken esas soru şudur: Bu toplanan parçalar, Türkiye Cumhuriyeti'nin zengin savunma sanayi bilgi ve tecrübesi olmadan, ülkenin en köklü üniversitelerinden, araştırma enstitülerinden dünden bugüne yetişen donanımlı insanlar, en saygın kurumlarda yıllarca emek vermiş insan birikimi olmadan göğe yükselebilir miydi?
Gerçek şu ki, bugün İbrahim Reisi’nin helikopterinin yerini bulan, yalnızca bir İHA değil, yıllar boyunca biriken ve katman katman üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin aklıdır. İktidarlar geçici, politikalar değişebilir. Ancak asırlık bilgi birikimi, her yeni “gökyüzü fethi”nde bizlere rehberlik etmeye devam eder.
Bu bilgi, sadece montaj yapılacak bir kit değildir; bir ulusun tarihine, emeğine ve zekasına yayılan bir örgüdür ve bu örgü asla göz ardı edilemez.
İran’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne…
İran’a dönersek… Orada durum hayli karmaşık.
Reisi’nin helikopterinin düşüşü, sadece fiziksel değil, metaforik bir çöküşü de temsil ediyor.
İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana geçen süre zarfında, Pers ve Sasani uygarlıklarının binlerce yıllık mirasının, şah dönemiyle sağlanan nispi modernite ve dünya ile entegrasyonun yerini, radikal ideolojiler ve içe kapanış aldı. 1979 Devrimi’yle birlikte şah devrildiğinde, bu, geniş bir koalisyonun ortak hareketiyle gerçekleşmişti. Ancak devrimin zaferi........