23 Nisan Ruhunun İzinde: 31 Mart 1909 Vakası'ndan 23 Nisan 1920’ye ve 31 Mart 2024 Seçimleriyle Yeniden Doğuşa

23 Nisan, milletin kendi kaderini çizmeye başladığı bir dönemeç, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte umudun ve direnişin ilk adımlarının atıldığı kutlu bir başlangıçtır.

Gaz lambalarının loş ışığında, yoksulluk ve sıkıntılar içinde kurulup çalışmaya başlayan bu Meclis, irade beyanının ve bağımsızlık aşkının tezahürüdür. O gün, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin kapıları, Türkiye'nin geleceğine, bir umut kapısı olarak açılmıştır. Her 23 Nisan o ilk adımın yankısı, yeniden doğuşun sembolüdür.

Sadece bir bayram değil, aynı zamanda bir emanetin ifadesidir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü, bu günün anlamını daha da derinleştirmektedir.

Atatürk'ün çocuklara olan inancı ve onlara duyduğu derin sevgi ile özel bir anlam kazanır 23 Nisan. Onun, çocuklarımıza bıraktığı paha biçilemez emaneti korumak, emanete sahip çıkmak, her şeyden önce çocukların eğitim ve refah haklarını güvence altına alarak ve onları her türlü kötülükten uzak tutmakla mümkün olabilir. Her çocuğun güvende olduğu, temel yaşam haklarına sahip olduğu, sağlıklı bir ortamda büyüdüğü, hak ettiği özenle beslenip büyütüldüğü, insanlık dışı bir yoksunluk olan sağlıklı ve kaliteli gıdaya, hem bedensel hem de zihinsel gelişimi için gerekli olan yeterli proteineerişememe acısını hiçbir zaman tecrübe etmediğibir Türkiye ve dünya yaratmak, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmanın anahtarı değil midir?

Milletin egemenliğini ilan ettiği bu özel günde, geleceğimiz olan çocukların sağlıklı, bilinçli ve donanımlı bireyler olarak yetişmesi yönünde güçlü bir temennimiz var. Ne var ki, bu umut dolu temenni, ülkemizde ve dünya genelinde zor şartlar altında yaşamak zorunda kalan, zulme uğrayan, açlık ve sefaletle mücadele eden, şiddete maruz kalan, en temel hakları bile gasp edilen çocukların varlığı ile gölgelenmektedir. Özellikle bugün Gazze'de, tüm dünyanın gözleri önünde süregelen trajedide, masum çocuklar her gün ölümle yaşam arasında azap çekiyor. Bu çocuklar, dünyanın geri kalanının duyarsızlığı karşısında ve sayesinde, hayatlarının en değerli yıllarını ölerek, ölmeseler bile ağır yaralanmalar ve sakatlıklarla mücadele ederek geçiriyor. Sadece bedensel yaralar almıyorlar; aynı zamanda annelerini, babalarını, kardeşlerini, kısacası tüm dünyalarını kaybediyorlar. Bu ani ve onulmaz kayıplar, onların genç yüreklerinde silinmez izler bırakıyor Birçoğu yaşamlarının geri kalanında bu travmaları, bir an bile omuzlarından indiremedikleri ağır bir yük olarak taşıyıp duruyor. Zulüm ve yoksunluğun acısı son nefeslerine kadar yakalarını bırakmıyor.

Mustafa Kemal ve Osmanlı ordusunun Filistin cephesinde verdikleri mücadeleleri hatırlayalım. Bu dönemde, Arapların İngilizlerle iş birliği yapması,Anadolu evlatlarını sırtlarından hançerleyerek asitkuyularına atması unutulmamıştır. Geçmişte Arapların yerleriniyurtlarını Yahudilere satması,bugünkü Filistin zulmünün kaldırımtaşlarını döşemiştir. Geçmişte döşenen bu kaldırım taşları ne acıdırki bugünün trajedilerine zemin hazırlamıştır. Bu tarihî ihanetler,bugünkü acıların köklerinde yankılanmaktadır.

Atatürk, o günlerden itibaren bölge halkı için mücadele etmeye başlamıştı fakat........

© Muhalif