Tokatlıyan Oteli’nin kapısına geldi. Otelin pastanesinin geniş pencerelerine baktı. Pencereler, içerisinin tam görülmemesi için büzgülü tüllerle kaplıydı. Bu nedenle pastanenin zarif işlemeli mermer masalarında oturanları tam göremiyordu ama onların isimlerinin Nalan, Handan, Funda ve Kenan olduğunu biliyordu.
Bir mum kadar solgun yüzlü Kenan’ın ara sıra cebinden ipek bir mendil çıkardığını, kimselere duyurmamaya çalışarak kesik kesik öksürdüğünü de biliyordu. Aynı anda Nalan, Handan ya da Funda’nın hıçkırığının duyulmaması için, içinde zencefilli limonata bulunan kristal bardağı şıngırdattığından da emindi.
Bütün bunları çok iyi biliyordu çünkü o ince hastalıklı solgun Kenan’ı, buğulu gözlerle ufka bakıp, sessizce hıçkıran Nalan’ı kendisi yaratmıştı. Bostancı kırlarındaki ıssız evde herkes yattıktan sonra oturmuş, çizgili defterlere dolmakalemle geceler boyu bütün o Kenan’ları, Nalan’ları, Funda’ları yazmıştı.
Onları yaratmış, ilk görüşte birbirlerine aşık etmiş, ailelerin anlaşamaması yüzünden onları birbirlerinden ayrı düşürmüş ve başkalarıyla evlendirmişti. Bu ümitsiz aşklar, Kenan’ları verem etmiş, Nalan ve Funda’ları ise hıçkırıklar içinde sözümona yaşayan solgun hayaletler haline getirmişti…
On dört yaşında bir genç kızken yazmaya başladığı bu acıklı aşk öykülerine öylesine alışmıştı ki, gördüğü her çifti kendi romanlarındaki Kenan ve Nalan sanıyor, onların çektiğini düşündüğü aşk acılarına üzülüyordu. Sonra da kendini haklı buluyordu. Sonu mutlu biten bir aşk olamazdı. Bugüne kadar sonu mutlu biten hiçbir aşk görmemişti o.
Bunları düşünmeyi bırakıp, Tokatlıyan’dan içeriye girdi. Yılın en iddialı filmi olacağı söylenen “Hıçkırık” filminin bütün oyuncu ve görevlileri bir “hatıra fotoğrafı”........© Muhalif