Sanatın Özgür Hali: Özge Yıldız ve Offspace’in Dönüştüren Pratiği |
Yeni Nesil Galericilik Anlayışı kapsamında, sanat dünyasının dönüşümünü ve galericiliğin geleceğini konuşmak üzere sevgili Özge Yıldız ile bir araya geldik. Genç nesil galericiliğin bugün geldiği noktayı, değişen dinamikleri ve küresel sanat sahnesiyle kurduğu yeni ilişki biçimlerini ele aldığımız bu söyleşi, hem ilham verici hem de düşündürücü bir buluşmaya dönüştü.
Röportaj boyunca, galericiliğin artık yalnızca temsil ve satış odaklı bir yapı olmaktan çıkıp; kavramsal üretim, anlatı kurma ve uluslararası ağlarla beslenen çok katmanlı bir pratik haline gelmesini konuştuk. Özge Yıldız’ın hem teorik altyapısı hem de sahadaki deneyimi, sohbeti klasik bir röportajın ötesine taşıyarak entelektüel bir paylaşıma dönüştürdü.
Uzun zamandır karşımdaki kişinin sanat kavramlarına bu denli hâkim olduğu, referansları güçlü ve düşünsel olarak derin bir sohbet etmemiştim. Bu nedenle söyleşi, benim için yalnızca profesyonel bir içerik üretimi değil; aynı zamanda zihinsel olarak besleyici ve oldukça keyifli bir deneyim oldu. Sanat üzerine düşünmenin hâlâ ne kadar canlı ve üretken olabileceğini bir kez daha hatırlattı.
Genç Nesil Galericiliği, global sanat dünyasında nereye evriliyor sorusuna verilen yanıtlar; hem bugünü anlamak hem de geleceği okumak adına önemli ipuçları sundu. Bu söyleşi, galericiliğin dönüşen rolünü, yeni bakış açılarını ve çağdaş sanatın yönelimlerini merak eden herkes için ufuk açıcı bir durak olmayı amaçlıyor.
Nasılsın, seni ve sanat dünyasına giriş yolculuğunu nasıl tarif edersin?
İyiyim Elif, seninle burada bunları konuşmak benim için gerçekten çok kıymetli bana bu sohbet alanını açtığın için ayrıca teşekkür ederim. Üniversitede sanat eğitimi alırken çok net bir farkındalık yaşadım: beni en çok heyecanlandıran şey bizzat üretmek değil, üretilen işin arkasındaki fikri okumak ve onu doğru şekilde anlatmaktı. Kendimi bir anda, hocalarıma arkadaşlarımın ürettiği işlerin hikâyesini anlatırken buldum. O an, sanatla kurduğum ilişkinin; üretim değil; satış, temsil ve hikâye anlatıcılığı olduğunu fark ettim.
Mezun olduktan sonra bunu profesyonel alana taşıyarak, 1975 yılında kurulan ve Türkiye’de “özel galeri” kavramında öncü olan Galeri Baraz’da sanat sektörüne adım attım. Galeri Baraz, bana sanatın yalnızca estetik bir ifade değil; aynı zamanda strateji, ilişki ve güven üzerine kurulu bir alan olduğunu öğretti. Bugün Offspace’te benimsediğim yaklaşımın temeli de tam olarak burada atıldı.
Offspace’i kurma fikri nasıl ortaya çıktı, bu ismin sende çağrıştırdığı şey neydi?
Offspace fikri, klasik galeri yapısının bana artık yeterli gelmediğini fark ettiğim bir anda ortaya çıktı. Sanatın hep aynı mekânlarda ve benzer kurallar içinde dolaşmasını sorgulamaya başlamıştım. White cube mantığına muhalif; daha özgür ve daha yeni nesil bir alan arıyordum.
İsmi de tam olarak buradan geliyor. Offspace; alanın dışında durmak anlamına geliyor.
Offspace, sabit bir galeri mekânı olmayan; sanatı alışılmış sergileme alanlarının dışına taşıyan, deneyim odaklı bir çağdaş sanat platformu. Her projede sanatı beyaz duvarlardan çıkarıp gündelik hayata karıştığı bir model yapıyoruz.
Yeni nesil galerici olmayı nasıl tanımlıyorsun?
Yeni nesil galericilik, bence yeni nesil koleksiyoner ve izleyiciyi gerçekten dinlemekle başlıyor. Bugünün izleyicisi sanata yalnızca bakmak istemiyor; deneyimlemek, sürecin bir parçası olmak ve Instagram’da paylaşmak istiyor.
Koleksiyonerler de artık bir eseri yalnızca yatırım aracı olarak görmekten ziyade, gerçekten beğenerek, onun arkasındaki fikri, sanatçıyı ve üretim sürecini önemseyerek koleksiyonlarına dahil ediyor.
Bu noktada yeni nesil galerici, kapı bekçisi gibi konumlanan biri değil; sanatçıyla izleyici arasında aktif olarak ilişki kuran bir aracı. Tek taraflı bir “beğen–satın al” düzeninden çok, karşılıklı etkileşimle beslenen bir alan.
Yeni nesil galerici için mesele sanatı yüceltmekten çok erişilebilir kılmak; Mesafe yaratan elit bir dil kurmaktansa, sanatı gündelik hayata yaklaştıran gerçek temas alanları açmak.
Offspace’in sabit bir galeri mekânı olmaması, bilerek tercih edilmiş bir model. Bu tercih sanat ve seyirciyle kurduğun ilişkiyi nasıl dönüştürüyor?
Sabit bir mekânın olmaması, ilişkiyi baştan eşitliyor. İzleyici “galeriye girmek” zorunda kalmıyor; sanat onun karşısına, gündelik hayatının tam içinde çıkıyor. Bu da mesafeyi azaltan, daha doğrudan bir karşılaşma yaratıyor. İnsanlar kendilerini hazır hissetmek zorunda kalmadan sanatla temas ediyor.
Bunu en net ilk sergimizde, bir dövme stüdyosunda deneyimledik. İnsanlar bir yandan dövme yaptırılırken sergiyi gezdi, bir yandan müzikle, DJ performanslarıyla işlerin etrafında vakit geçirdi. Bu da şunu net gösterdi: yeni nesil izleyici sadece bakmak değil, eğlenmek, sosyalleşmek ve sanatla daha rahat bir ilişki kurmak istiyor.
Klasik galeri sistemindeki ritüeller, temsil biçimleri veya sergileme alışkanlıkları seni neden tatmin etmedi? Eski galeri zihniyetini sıkıcı, yorucu ya da sınırlayıcı bulduğun noktalar neler?
Klasik galeri sisteminde beni rahatsız eden şey fazlasıyla sabit ve öngörülebilir hâle gelmiş olmasıydı. Aynı mekân, aynı sergileme dili, benzer açılışlar… Zamanla sanatın değil, sistemin sürekliliğini korumaya çalışan bir yapıya dönüştüğünü hissettim. Bu da hem sanatçının hem izleyicinin hareket alanını daraltıyor.
Her yıl güzel sanatlar fakültelerinden yüzlerce, hatta binlerce yetenekli sanatçı mezun oluyor. Buna karşılık Türkiye’de aktif ve düzenli koleksiyon yapan kişi sayısı oldukça sınırlı ve galerilerin büyük çoğunluğu aynı dar koleksiyoner grubuna ulaşmaya çalışıyor. Bence asıl mesele burada başlıyor: mevcut koleksiyonerlere ulaşmaktan çok, yeni koleksiyonerler yaratmak.
Bunun için insanların sanatla kurduğu........