Müslüman Topluma Laik Devlet, Laik Devlete Muhafazakâr İktidar

İktidar hırsı insanı bozar.

Mevcut laik Kemalist rejim gelişim süreci içinde büyük sıkıntıları da biriktirerek varlığını sürdürme mücadelesi verdi. İşlerin yolunda gitmediğini hissetmeye başladığında küresel emperyalist ortaklarının desteğiyle arada bir askeri darbelerle kan tazelemeye, baskı zulüm işkencelerle yeniden hayat bulmaya çalıştı. Egemen cahili düzen için bu bir gelenek halini alarak her on yılda bir tekrarlanır oldu. Ta ki en sonuncusunun 28 Şubat diye adlandırılan dönem olduğu söylenene kadar. Bu dönemden sonra da sıkıntılar bitmedi, her yönden gerilim devam etti, siyasal düzen sosyal ve ekonomik olarak bir türlü kendini toparlayamadı.

Yaşanan sıkıntılar genel itibarıyla sürekli ekonomik olarak gösterilirken, aslında egemen düzenin felsefi olarak bittiğini, değişen dünyaya, gelişen olaylara çözüm üretemediğini söylemeye kimse cesaret edemedi. Kemalist ideoloji, onun ilke ve inkılâpları, gösterdiği yol, toplumu, dolayısıyla düzenin kendisini uçuruma doğru sürüklüyordu. Sosyal siyasal, ekonomik, toplumsal kaosların gelecek günlerde düzenin kapısını çalacağı aşikâr olduğu gibi, esasen korktukları paradigma dışı muhalefeti temsil eden Müslüman cenah, diğer bir tabirle İslamcı kesimdi. Anladılar ki, elde var olanla bu düzen yürümeyecek. Bu yüzden, yeni bir toplumsal kurgu yapacak ama düzenin de ruhunu bozmayacak birileri gerekmekteydi.

Toplum Müslüman devlet laik ise, egemen paradigma bir şekilde muhafazakâr Müslüman toplumun gözünde meşrulaştırılmalıydı. Sorun süreç içerisinde kurucu iktidar tarafından çözüme kavuşturuldu. Çözüm: “Müslüman topluma laik seküler devlet, laik-seküler devlete de muhafazakâr iktidar” önermesi olarak zuhur etti. Müslümanların gözünde egemen cahiliyeyi, seküler laik düzeni meşrulaştırabilecek olan sadece kendi içlerinden çıkan başka bir muhafazakâr ekip yapabilirdi. Bu olmalıydı. Zira dini, felsefi, ilmi, sosyal, ekonomik olarak hiçbir değer üretemeyen sistem kendi içinde tıkanmayı ancak bu şekilde aşabilirdi. İki binli yılların başında bu gerçekleşti.

Muhafazakâr siyasi iktidarın felsefi alt yapısı, hayat tasavvuru, kavramları, gelmiş oldukları “Milli Görüş” geleneği içinde hayat bulan dünya görüşüydü. Bu sebepten dolayı Milli Görüşün devamı olarak nitelendirildiler. Düzeni yönetmeye talip olan yeni siyasi irade ise sürekli bu suçlamaları reddederek, kaç kez “Milli Görüş” gömleği çıkardıklarını ve din eksenli bir parti olmadıklarını alenen ifade ettiler. Erdoğan birçok yerde AKP’nin dine dayalı bir parti olmadığını, laiklik anlayışlarının esas olduğunu defalarca vurguladı. Lakin beslendikleri bütün birikim Milli Görüş çizgisinin söylemleri ve felsefi alt yapısıydı. Kendileri de o yapının elemanlarıydı. Milli Görüş hareketinden ayrılarak kendi yolunu tutan AK Parti kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlıyordu. İslami bir parti olmadıklarını, dini bir amaç gütmediklerini, Türkiye’yi “İslâmlaştırmak” gibi bir niyetlerinin asla olmadığını kuruldukları günden bu yana ısrarla ve kararlılıkla........

© Mir'at Haber