HEDİYELEŞMEYİ DEĞİL, GÖSTERİŞİ KONUŞALIM |
Bu yıl öğretmenler günü yaklaşırken yine aynı tartışmalar yükseldi:
“Bu hediyeler fazla olmadı mı?”
“Altın setler, robot süpürgeler neyin nesi?”
“Bu abartı artık bitsin!”
Hatta bazı öğretmenler, kendilerini mahcup hissettikleri için hediye kabul etmeyeceğini belirten notlar paylaşmak zorunda kalıyor. Çünkü üzerlerine ağır bir beklenti yükleniyor; gönül daralıyor, niyet bulanıyor.
Haklılar da… Günün ruhu yıllardır fark edilmeden kayıyor.
Ben hediyeleşmeye karşı değilim.
Ama niyeti gölgeleyen gösterişe, insanların birbirini eziyormuş gibi hissettiği yarışa karşıyım.
Bu sadece öğretmenler gününde değil; davet sofralarından özel gün kutlamalarına kadar hayatın her alanına sızdı.
Gördüğünü yapamamanın mahcubiyeti misafirliğimizi yuttu, yüksek beklentiler samimiyeti…
Oysa hediye dediğimiz şey, bir zamanlar böyle değildi.
Daha sade, daha mütevazı, daha derindi.
Bir Yastığın En Değerli Hediye Olduğu O Gün…
O sene hac, yeğenimin doğum gününe denk gelmişti.
Mina’da çadırlarda kalıyorduk. Herkes yorgun, herkes biraz rahatlık arıyordu.
O gece gruptaki yaşlı bir amca, kendi yastığını çıkardı ve hiç tereddüt etmeden yeğenime uzattı:
“Bu sana doğum günü hediyesi olsun evladım.”
Bir çadırda bir yastığın ne demek olduğunu bilseniz…
Biraz konfor, biraz dinlenme…
Belki maddi değeri yoktu ama inceliği, yerindeliği ve temiz niyeti........