Medeniyetlerin taklit yoluna sapmasında, her şey bir çırpıda olup bitmez. Batıyı taklit yoluna saptığı günden bu yana İslam ülkeleri ve halkları, düşünce ve politika alanında, varoluşun karanlık dehlizine sapmış, ne tam Batılı olabilmiş ve ne de kendi değerlerini koruyabilmiştir… İktidarlar, zaman zaman gündem değiştirmek için bazı önemli konuları tartışmaya açar ve böylece toplumun hayati önem taşıyan problemleri ikinci plana itilmiş olur.
Tanzimat modernleşmesinin(!), önemli bazı özellikleri vardır. Üst sınıf erkekler için Fransızca konuşmak ve kadınlar için de piyano çalmak… Tanzimat, hatta Edebiyat-ı Cedîde romanlarına bakıldığında, erkekler için Fransızcanın, kadınlar içinse piyano çalmanın modernleşme kriteri olduğu görülür.
Modernleşme ya da Batılılaşma, Osmanlıda “Metonimi”, şeklinde cereyan eder. Yani parçanın bütünün yerini alması, onun yerine geçmesi, onun yerini tutması demektir metonimi… Fransızca konuşmak, ya da piyano çalmak, Batılı olmanın bir parçası ya da görünümü olabilir, ama Modernleşme gerçekliğini bütünüyle temsil etmez. Parçanın bütünün yerine konulması, bütünün toplum hayatında ikame etmesi, Modernleşme olarak değil, ancak “Moda”laşma olarak nitelendirilebilir: Osmanlı modernleşmesi, bu anlamda Avrupa Modernleşmesini bir “moda” olarak almasından ibaret kaldığı görülmektedir. Durum şöyle özetlenebilir: “Biz modernleşmedik, modaya uyduk!’
Fransızca ve piyano gibi modaya ilişkin çağdaşlaşma ikonlarına, bir üçüncüsünü de ekleyebiliriz: Süs köpeği! Köpeğin İslam geleneğindeki yeri, hane-dışı kamusal alandır. Köpeğin belirli, yani önceden tayin edilmiş görevleri söz konusudur. Bu, ya koruma köpeği (çobanların sürülerini kurtlardan koruması için, ya da hane-dışında evi ve evdekileri hırsızlardan korumak için) veya av-köpeği olma görevidir. Ve elbette sokak köpekleri…........