TÜCCAR SİYASET
Takriben 19. Yüzyıla değin padişahların, kralların, kayserlerin, hanların yeryüzünde Allah’ın gölgesi olduğuna inanılırdı. Bunun sadece bir inanç olmaktan öte bir anlamı vardı. Hükümdarın meşruiyet kaynağının ilahi olması anlamına geliyordu. Hükümdarlar meşruiyetlerini dinden alıyorlardı ve ilahi iradenin onları, insanların umurunu hâl yoluna koymakla tavzif ettiğine kani idiler. Eğer onlar yeryüzünde adaletle hükmetmez, insanların barınma, korunma, hayat ve nesillerini idame ettirme gibi en temel ihtiyaçlarının giderileceği bir vasatı temin etme hususunda kifayetsiz kalırlarsa, Allah’ın mülk ve saltanatı onlardan alıp başkalarına vereceğine inanıyorlardı. Bu, onların yönettiği insanlar cephesinden de böyle idi.
O yüzden eski hükümdarlar için kullanılan isimlerden bir tanesi de “Zillullah fi’l-Arz”dır. Anlamı “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” demektir. Bu tanım ve tavsife, aklı modern kabullerle bulamaca dönmüş modern Müslümanlar, peşinen karşı çıkacak olsalar da, Kur’an’ı Kerim’de Allah(cc) insan için “Yeryüzünde bir halife yaratacağım.” buyurmaktadır.[1] Hükümdarlar için kullanılan “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” tabiri ise, sanılanın aksine, onların mertebesini ilahlaştırmak değil meşruiyetlerinin kaynağının ilahi olduğunu tespit etmek içindir.
Hükümdar, Allah’ın kullarının umurunu yüklenmiş kişidir ve meşruiyetinin kaynağı olan iradeye karşı da onun halife olarak yarattığı kulları bakımından mesul olduğu kabul edilir. Bu kabul, değerler hiyerarşisinin bir göstergesidir. İlahi olanın beşeri olana, manevi olanın maddi olana, dini olanın dünyevi olana göre üstünlüğünün gereğidir. Bu hiyerarşi aynı zamanda Guénon’un yaklaşımıyla “bilginin eyleme üstünlüğü” anlamına gelmektedir.
Tabii ki bunların, modern/profan dünyanın, birkaç asırdır zihinlere işlediği kabullerden hareketle kavranması imkân dâhilinde değildir. O yüzden hem modern dünyayı hem de modernizm öncesi dünyayı kavramak için profan/seküler kabullerden azade olmak gerekiyor.
Kabaca, 19. yüzyıla gelirken yaşadığımız gelişmeler, hükümdarların/yönetimin meşruiyetinin kaynağı olarak “İlahi İrade” yerine halkı ikame ediyordu. Bu bağlamda bizde de “Hâkimiyeti Milliye”, “Milli Egemenlik”, “Milletin Egemenliği”, “Ulusal Egemenlik” “Milli İrade” gibi kavramlar arzı endam ederek yerleşti.
19. yüzyıla kadar hükümdarlar, yönetim işini yerleşik kurumlarla paylaşarak deruhte etmekteydiler. Osmanlı’da devletin paydaşları/sınıfları “İlmiye, Seyfiye ve Kalemiye”den oluşmaktaydı. Yani........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein