Önce bir arkadaşımın anısını sizinle paylaşmak istiyorum:
O arkadaşım, bir gün 4-5 yaşlarındaki oğlunun evde oynarken cebinden beş adet 50 kuruşun düştüğü görür. Oğlu düşen paraları toplarken babası, “ Oğlum! Bu paraları nereden aldın?” diye sorar, o da “ Babacığım! Bodrumda bulunan bizim boş zeytin yağı tenekelerinin tanesini, kapıdan geçen eskiciğe elli kuruştan sattım” diye cevap verir. Bunun üzerine babası, “Oğlum orada dört boş teneke vardı, ama senin elinde 50 kuruş fazlası var. O elli kuruşu nereden aldın?” diye tekrar sorar. Oğlu da “O da komşumun bodrumundan aldığım boş bir tekenin parası” der. Babası, “ O boş tenekeyi alırken sahibine sordun mu? “ deyince, oğlu da “sormadım” der. Bunun üzerine baba, oğlunu karşısına alır ve ona şunları söyler: “ Bak oğlum! Birinden izin almadan gizlice alınan mal, hırsızlıktır. Bu da günahtır ve ayrıca suçtur. Şimdi doğru o tenekesini aldığın komşuya git ve o elli kuruşu iade et ve özür dile. Ayrıca bir daha yapmayacağını da söylemeyi sakın unutma! ” diye de tembihte bulunur.
Oğlu bu nasihati dinler, fakat gitmek istemez. Sakin ve sessiz bir şekilde ayakta durmaya devam eder. Baba, “Haydi oğlum daha ne bekliyorsun! Bir an önce git ve dediklerimi yap” diye oğlunu ikaz etse de oğlu, bu ikazı da dikkate almaz. Bunun üzerine babası ona “ Ya gider, o komşuya parasını verir özür dilersin, ya da şimdi seni karakola götürür polise teslim ederim” deyince, oğlu ağlayarak gider ve babasının söylediklerini yerine getirir. Komşusu da “Tamam, özrünü kabul ediyorum, o parayı da almıyorum. Ama bir daha asla, birinin malını söylemeden sakın alma! Olur mu?” diyerek, o da bir tembihte de bulunur. Eve sevinçle dönen oğlu, babasına olanları tek tek anlatır. Babası da “Aferin ! Çok iyi yaptın. Bunu niye böyle yaptım biliyor musun? Anlatayım da iyi dinle!” der ve ibret alması için şu hikayeyi anlatır:
“Senin yaşına gelen bir çocuk komşunun yumurtasını çalıp annesine getirir. Haram, helal bilmeyen cahil ana, yumurtayı çocuğun elinden alır ve oğluna bir de ‘ Aferin! Benim akıllı oğlum” diyerek başını okşar. Çocuk, artık her gün veya gün aşırı komşuların yumurtalarını eve getirmeye başlar. Bir gün böyle, iki gün böyle derken seneler geçer. Çocuk yaşına göre hırsızlığı da ilerletir. Yumurtadan tavuğa, tavuktan horoza, horozdan koyuna, koyundan kuzuya derken bir haramzâde olur çıkar.
Eski zamanın çocuğu şimdi çevresinin bir numaralı ve azılı eşkıyalarından olur. Artık bu eşkıyayı kimse durduramaz bir hale gelir. Hırsızlıklar, eşkıyalıklar derken bir gün büyük bir cinayet işler. Kanun onun yakasına yapışıp idama mahkum eder. Oğlunun idam haberini dinleyen ana, mahkeme salonunda feryadı figan ederek saçını, başını yolar. ‘Aman hakim bey, biricik oğlumu bağışla, benim hayatta ondan başka kimsem yok’ diye yalvarır. Ama bu yalvarması boşunadır. İdam mahkumu o eşkıya sorarlar, ‘Son bir arzun var mı?’ Eskiden beri idam mahkumlarının son arzularını yerine getirmek adet olduğu için bunun da son arzusu sorulur.
İdam mahkumu, ‘Bir tek dileğim var. Sevgili anacığımın o mübarek dilini öpmek isterim, izniniz olursa bu arzumu yerine gelsin’ diye rica eder.........