“TEVEKKÜL ANLAYIŞI”MIZA DAİR

Bir şeyin kavramı, o şeyin bilgisidir. Bu sebeple insanların bütün iradî eylemleri, kazandığı kavramlara bağlıdır ve kavramla­rın kendisi de, elde edilme yolu da karmaşık bir yapı arz etmektedir.[1] Dolayısıyla her insan, öğrendiği ve anladığı kavramlara göre düşünce ve davranış farklılıklarına sahiptir. Bu nedenle “Ne kadar ekmek o kadar köfte” atasözünde olduğu gibi, ne kadar kavram, o kadar da düşünce ve davranış tarzı demektir. Bundan daha da önemlisi öğrenilen kavramların doğru anlamlarına sahip olmaktır. Zira pek çok insan, sahip olduğu kavramların doğru anlamlarına sahip olamamaktadır. Bunlardan biri de “tevekkül” dür ve Mehmet Akif’in “tevekkül” şiiri buna bariz bir örnektir. O bu şiirinde toplumun genelindeki tevekkül anlayışını, şöyle dile getirmektedir:

“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ; bu söz değil doğru:

Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.

Taleb nasılsa, tabî’î, netice öyle çıkar,

Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?

“Çalış!” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

Birer birer oku tekmil edince defterini;

Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir…

Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…

Hudâ vekil-i umûrun değil mi? Keyfine bak!

Onun hazine-i in’âmı kendi veznendir!

Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!

Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;

Levâzımın bitivermiş değil mi? Ekleyen O!

Çekip kumandası altında ordu ordu melek;

Senin hesâbına küffarı hâk-sâr edecek!

Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:

“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;

Şifâ hâzinesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;

Çoluk çocuk O’na âid: Lalan, bacın, dadın O;

Vekil-i harcın O, kâhyan, müdîr-i veznen O;

Alış seninse de, mes’ûl olan verişten O;

Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;

Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;

Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!

Hudâ ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha?” [2]

Mehmet Âkif, bir taraftan toplumun genelindeki tevekkül anlayışını bu şiiri ile eleştirirken, diğer taraftan da “Tefsir Yazıları” nda tevekkülün “yılmadan sonuna kadar çalışmak” olduğunu açıklar ve şöyle der: “Evet Allahu Zülcelâl Feyyâz-ı Kerîm’dir; şân-ı azîm için -hâşa- buhl/cimrilik mutasavver değildir. Ancak bir kere O’nun feyzini kabul edebilecek istîdad hazırlamalı yani çalışmalı; sonra da Feyyâz’ın feyzini esirgemeyeceğinden emin olarak hiç fütur getirmemelidir. İşte tevekkül diye pek azımızın anladığı yahut çoğumuzun anlamak istemediği mâhiyet budur;........

© Mir'at Haber