Allah Teâlâ, insanların yaptıkları işlere dikkat çekerek “Her birinizin yaptığı işler farklıdır”[1] der ve sahip olduklarından verenler ile vermeyenleri; haramlardan sakınanlarla sakınmayanları; “hüsna”yı /en güzel sözü/kelime-i tevhidi tasdik edenlerle etmeyenleri de bu farklılığa örnek olarak verir ve daha önemlisi her insanın fıtratına uygun iş yaptığını açıklar.[2]

Nitekim vakıa da bunu göstermektedir. Kimi kişilerin, işini yaparken yaptığı işin helal mi haram mı, temiz mi değil mi, doğru mu yanlış mı, güzel mi değil mi? olmasına dikkat edip özen gösterdiği; kimi kişilerin de bu ilkelere önem vermediği, dolayısıyla yaptığı işe yeterince özen göstermediği; kimi insanın, sahip olduğu şeylerden başkalarına vermediği, vermek istemediği, biriktirmeyi sevdiği ve cimrilik ettiği; kimi insanın sahip olduklarından verdiği fakat bu verişini verdiği kişinin başına kaktığı; kimi insanın verdiği, fakat verdiklerinden bir karşılık beklediği; kimi insanın da verdiklerinin karşılığını hem verdiği kişiden hem de Allah’tan beklediği; kimi insanın da verdiklerinin karşılığını sadece Allah’tan beklediği ve O’nun rızasını umduğu müşahede ediliyor. Bu nedenle yaptığı yardımın ve iyiliğin karşılığını sadece Allah’tan beklemeye ve onun rızasına talep etmeye de “hasbîlik” deniliyor. Bunun içinde “ihlaslı olmak” gerekiyor. İhlâs da “Şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetme” [3] yi ifade ediyor. Bu tanımın genel muhtevası ise Kur’an’da şöyle açıklanıyor:

Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da yaptıkları bu iyiliği başa kakmayan kimseler Allah katında mükafatlarını mutlaka alacaklardır. Onlar için korku söz konusu olmayacak ve onlar asla üzülmeyeceklerdir. Unutulmamalıdır ki gönül alıcı güzel bir söz ve bir kusuru bağışlama sonradan başa kakılan iyilikten daha hayırlıdır. Allah Ganî’dir, yaptığınız iyiliklere muhtaç değildir, Halîm’dir, başa kakıp inciterek yardım edenleri cezalandırmada acele etmez.

Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmayan ve insanlara gösteriş olsun diye malını dağıtan kimse gibi, siz de verdiklerinizi baş kakarak insanları incitip boşa çıkartmayın. Zira gösteriş için yardım yapanın durumu, üzerinde azıcık toprak bulunan bir kaya gibidir. Bu kayaya şiddetli bir yağmur yağınca toprağını alır gider, geriye sadece çıplak bir taş kalır. (Gösteriş için iyilik yapan) bu kimseler, yaptıklarından hiçbir sevap elde edemezler. Allah kafirleri umduklarına asla kavuşturmaz.”[4]

“Muttaki cehennemden uzak tutulacaktır. O, malını-mülkünü hayırlı işlerde harcar, temizlenip arınır. Bunu kimseden bir karşılık beklemeden yapar. Onun tek amacı Yüce Rabbinin rızasını kazanmaktır. Kendisi de ileride mutlaka hoşnut olacaktır.”[5]

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı başları dik ve güçlü; kendi aralarında ise şefkatli ve merhametlidirler. Sen onları rükû ve secde eder halde görürsün. Onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını amaç edinmişlerdir. Onların alameti, alınlarındaki secde izidir. Böyle inançlı kimseler, Tevrat ve İncil’de şöyle bir misalle anlatılır: Onlar tıpkı bir ekin gibidirler. O ekin filiz çıkartır, filizleri kuvvetlenir, kalınlaşır ve çiftçinin hoşuna gidecek bir şekilde sapı üzerinde dimdik durur. Bu misal kafirleri öfkelendirmek için verilmiştir. Allah onlardan inanıp iyi ve yaralı işler yapan kimseleri bağışlayacak ve onlara büyük mükâfat verecektir.”[6]

Onlar kendileri muhtaç oldukları halde, yoksul, yetim ve esirleri doyururlar(ve şöyle derler:) ‘Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden her hangi bir karşılık, bir teşekkür beklemiyoruz. Biz, o çok sıkıntılı ve çetin günde Rabbimizin azabından korkarız’ Bu sebeple Allah da onları bu dehşetli günün azabından koruyacak ve yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr verecek. Sabrettikleri için mükâfat olarak onlara cennet ve ipekli giysiler lütfedecek.”[7]

Hiç Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve yeri cehennem olan kimse gibi olur mu?” [8]

Bu konuda Hz. Peygamber’in de şu açıklamayı yaptığı bilinmektedir:

…Allah ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul eder.”[9]

Bu ayetler ve bu hadis, bize yapılan iyiliklerin ve yardımların “Allah rızası” için yapılmasını, yapılan iyiliklerden ve yardımlardan dolayı bir başkasından karşılık beklenmemesini istiyor. Ne var ki insanoğlu, çoğu kere olumsuz duygularının etkisinde kalarak, yaptığı yardımlardan ve iyiliklerden bir karşılık bekliyor, beklediği karşılığı göremeyince de “Ne olacak! Nankör insan!” diyebiliyor. Böyle bir tavrın ise genellikle kişiliği yeterince gelişmemiş, olgunlaşmamış, duygularının etkisinde kalmış “çiğ” insanların yaptıkları/yapabilecekleri bir davranış tarzı olarak biliniyor.

Bu nedenle Allah Teâlâ, “ İnsanları Allah’a çağıran, iyi ve yararlı işler yapan ve ‘Ben bir Müslümanım’ diyen kimseden daha sözü güzel kim olabilir? Bilin ki, iyilikle kötülük asla bir değildir. Sen kötülüğü daima en iyi şekilde sav( kötülüğe iyilikle karşılık ver). Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık olan kimse çok samimi bir dost oluvermiş! Fakat bu sadece sabırlı kimselere verilen bir meziyettir. Evet bu meziyet, sadece yüksek ahlak ve faziletten nasibi olanlara verilmiştir”[10] sözleriyle, iyiliğin evrensel boyutuna dikkat çekmekte, inananları bu konuda uyarmakta, böyle bir kişiliğe de ancak sabırlı, ahlak ve fazilet sahibi kişilerin ulaşabilecekleri mesajını vermektedir. Nitekim Kur’an’da böyle vasıflara sahip olan peygamberlerden söz edilmekte, bunlar arasında Hz. Muhammed’in ayrı bir konuma sahip olduğu; ahlakî kişiliğinin övüldüğü ve ümmetine örnek olarak gösterildiği görülmektedir.

Hz. Peygamber, bir gün namaz kılmak amacıyla Kâbe’ye gelir ve etrafına şöyle bir göz gezdirir. Bir tarafta Ebu Cehil ve arkadaşlarını, öbür tarafta Abdullah b. Mes’ud’u, diğer tarafta ise daha önce putlar için kurban edilmiş deve işkembesini ve bağırsaklarını görür. Put sevgisi iliklerine kadar işlemiş olan Ebû Cehil’in ve arkadaşlarının yanına gitmez. Zira o, ne zaman Kur’an okusa, onların kendisine hain gözlerle baktıklarını; “Putlara tapmayın, Allah’a şirk koşmayın, sadece ona kulluk edin” dediği için de kendisine düşman olduklarını biliyordu. Zira onların Ebu Tâlib’e gittiklerini, “Kardeşinin oğlu putlarımıza küfretti. Dinimizi ayıpladı, atalarımıza hakaretler etti” dediklerini, hatta onu tehdit ettiklerini de unutmamıştı.

Bu nedenle onlardan biraz uzakta bir yerde ibadet etmeyi tercih etmiş ve orada namaz kılmaya başlamıştı. Bu arada Ebû Cehil, her zaman olduğu gibi aklına bir hainlik gelmiş ve yanındakilere, “Kim gidip şu deve işkembesini, Muhammed secdeye vardığında sırtına koyacak?” demişti. Ukbe b. Ebi Muayt, bu sözü duyar duymaz, hemen yerinden fırlamış ve Hz. Peygamber secdeye vardığında deve işkembesini almış, onun sırtına ve boynuna gelecek şekilde koymuştu. Bu nedenle de Hz. Peygamber başını yerden kaldıramamıştı. Bu olaya şahit olan İbn Mes’ûd ise bir şey yapamamanın derin üzüntüsü içinde donup kalmıştı. Bu durumdan haberdar olan Peygamberimizin kızı Fatıma, koşarak gelmiş, o işkembeyi babasının sırtından almış ve yere koymuştu. [11]

Bu olay, Hz. Peygamber’in müşriklerin arzu ve isteklerine boyun eğmediğini ve görevinin gereğini hakkıyla yapmaya devam ettiğini, asla çıkar ilişkisine girmediğini ve sadece Allah rızasını amaçladığını göstermektedir. Bu onun hayatı boyunca uyguladığı en temel ilkelerden biriydi ve bu ilkeyi de ümmetine şöyle ifade etmişti:

“Kim insanların rızasına karşı (insanlar gücense bile) Allah’ın rızasını gözetirse, insanlardan gelen sıkıntılara karşı Allah onu korur. Kim de Allah’ın rızasına karşı insanların rızasını gözetirse, Allah, o insanları ona musallat eder, onların insafına bırakır.”[12]

Atalarımız da bu gerçeği “İyilik yap denize at! Balık bilmezse Hâlık bilir” sözüyle açıklar. Bu nedenle kâmil bir Müslüman, yaptığı iyiliğin ve yardımların karşılığını, iyilik yaptığı kişiden değil, sadece Allah’tan bekler ve iyilikte bulunduğu ve yardım ettiği kişiyi minnet altında bırakmaz. Böyle bir kişiliğe sahip olan Müslümanlar, elbette ki toplum içinde mevcuttur ve varlıkları ile de muhtaçlara can suyu olmaktadırlar. Bunlar, gösterişe önem vermezler, yardımlarını Allah rızası için yaparlar, hasbîdirler; dolayısıyla da“ sağ elinin verdiğini sol elinin duymasını” istemeyen bir karaktere ve anlayışa sahiptirler. Nitekim kökeni Selçuklu’ ya dayanan ve Osmanlı’da da uygulanan “sadaka taşı” anlayışı, bunun en güzel örneğini teşkil eder.

Ancak günümüzde bu anlayışın ve davranış tarzının gittikçe erozyona uğradığı; “beğenme” ve “beğenilme” tavırlarının ve “gösterişin” öne çıktığı, yazılı ve görsel basının, özellikle de internetin etkisiyle “ben merkezci” bir tavrın daha da geliştiği ve narsist bir tavra dönüştüğü; güvensizliğin, dolandırıcılığın, hırsızlığın ve sahtekarlığın arttığı; doyumsuzluğun sınır tanımadığı; “Allah ne der?” ve ya “ Allah rızası” anlayışının yerini “El alem ne der?” anlayışına bıraktığı, dolayısıyla Allah rızasının geri plana itildiği, dikkate alınmadığı, önemsenmediği, sadece sözde kalıp davranışlara yansıtılmadığı görülüyor. Bunun farkında olan ve bu sorunlarla mücadele eden bilinci insanlar tarafından yapılan çabalarının da yeterli olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle toplum olarak bu durumdan kurtulmak için çaba göstermek gerekiyor. Zira Allah Teâlâ, “Bir toplum, (kavim) kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”[13] Buyuruyor. Bu sünnetullahdır ve bunda da bir değişiklik bulunmamaktadır.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

[1] Leyl,92/4

[2] İsra,17/84.

[3] Süleyman Ateş, İhlâs, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2000, 21/535.

[4] Bakara,2/262-264.

[5] Leyl,92/17-21.

[6] Fetih, 48/29.

[7] İnsân,76/8-12.

[8] Âl-i İmrân, 162.

[9] Nesâî, Cihâd, 24.

[10] Fussilet, 41/33-35.

[11] Buhârî, Vudû, 69.

[12] Tirmizi, Zühd, 64.

[13] Ra’d,13/11.

QOSHE - “ALLAH RIZASI” NI AMAÇ EDİN (ME)MEK - Prof. Dr. Celal Kırca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“ALLAH RIZASI” NI AMAÇ EDİN (ME)MEK

7 1
23.03.2024

Allah Teâlâ, insanların yaptıkları işlere dikkat çekerek “Her birinizin yaptığı işler farklıdır”[1] der ve sahip olduklarından verenler ile vermeyenleri; haramlardan sakınanlarla sakınmayanları; “hüsna”yı /en güzel sözü/kelime-i tevhidi tasdik edenlerle etmeyenleri de bu farklılığa örnek olarak verir ve daha önemlisi her insanın fıtratına uygun iş yaptığını açıklar.[2]

Nitekim vakıa da bunu göstermektedir. Kimi kişilerin, işini yaparken yaptığı işin helal mi haram mı, temiz mi değil mi, doğru mu yanlış mı, güzel mi değil mi? olmasına dikkat edip özen gösterdiği; kimi kişilerin de bu ilkelere önem vermediği, dolayısıyla yaptığı işe yeterince özen göstermediği; kimi insanın, sahip olduğu şeylerden başkalarına vermediği, vermek istemediği, biriktirmeyi sevdiği ve cimrilik ettiği; kimi insanın sahip olduklarından verdiği fakat bu verişini verdiği kişinin başına kaktığı; kimi insanın verdiği, fakat verdiklerinden bir karşılık beklediği; kimi insanın da verdiklerinin karşılığını hem verdiği kişiden hem de Allah’tan beklediği; kimi insanın da verdiklerinin karşılığını sadece Allah’tan beklediği ve O’nun rızasını umduğu müşahede ediliyor. Bu nedenle yaptığı yardımın ve iyiliğin karşılığını sadece Allah’tan beklemeye ve onun rızasına talep etmeye de “hasbîlik” deniliyor. Bunun içinde “ihlaslı olmak” gerekiyor. İhlâs da “Şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel mânada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızâsını gözetme” [3] yi ifade ediyor. Bu tanımın genel muhtevası ise Kur’an’da şöyle açıklanıyor:

Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da yaptıkları bu iyiliği başa kakmayan kimseler Allah katında mükafatlarını mutlaka alacaklardır. Onlar için korku söz konusu olmayacak ve onlar asla üzülmeyeceklerdir. Unutulmamalıdır ki gönül alıcı güzel bir söz ve bir kusuru bağışlama sonradan başa kakılan iyilikten daha hayırlıdır. Allah Ganî’dir, yaptığınız iyiliklere muhtaç değildir, Halîm’dir, başa kakıp inciterek yardım edenleri cezalandırmada acele etmez.

Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmayan ve insanlara gösteriş olsun diye malını dağıtan kimse gibi, siz de verdiklerinizi baş kakarak insanları incitip boşa çıkartmayın. Zira gösteriş için yardım yapanın durumu, üzerinde azıcık toprak bulunan bir kaya gibidir. Bu kayaya şiddetli bir yağmur yağınca toprağını alır gider, geriye sadece çıplak bir taş kalır. (Gösteriş için iyilik yapan) bu kimseler, yaptıklarından hiçbir sevap elde edemezler. Allah kafirleri umduklarına asla kavuşturmaz.”[4]

“Muttaki cehennemden uzak tutulacaktır. O, malını-mülkünü hayırlı işlerde harcar, temizlenip arınır. Bunu kimseden bir karşılık beklemeden yapar. Onun tek amacı Yüce Rabbinin rızasını kazanmaktır. Kendisi de ileride mutlaka hoşnut olacaktır.”[5]

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı başları dik ve güçlü; kendi aralarında ise şefkatli ve merhametlidirler. Sen onları rükû ve secde eder halde görürsün. Onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını amaç edinmişlerdir. Onların alameti, alınlarındaki secde izidir. Böyle inançlı kimseler, Tevrat ve İncil’de şöyle bir misalle anlatılır: Onlar tıpkı bir ekin gibidirler. O ekin filiz çıkartır, filizleri kuvvetlenir, kalınlaşır ve çiftçinin hoşuna gidecek bir şekilde sapı üzerinde dimdik durur. Bu misal kafirleri öfkelendirmek için verilmiştir. Allah........

© Mir'at Haber


Get it on Google Play