Bir insân düşünelim ki; Allah ona özel lütuflarda bulunup seçkin kılmış ve kendisine âyetlerini/mesajlarını indirmiştir. Ama bu kişi böyle bir ilme/bilgiye sahipken yeryüzünde kendi arzu ve heveslerinin peşinden gitmiş, bu ilmi bir kenara atıp şeytânâ uymuş ve sonunda da yaşadığı coğrafyanın kötülük/şer odaklarından biri olup çıkmıştır. Kur’ân bu kişinin adını vermemektedir ama müfessirlerin çoğunluğuna göre bu kişi İsrâiloğulları’ndan olup Araf/175-176. âyetlerde kendisinden söz edilen Belam bin Bâûrâ’dır.[1] Bu kişinin adı Tevrat’ta Beor’un oğlu Bal’am olarak geçmektedir. Onun kâhin veya peygamber olduğu yönünde farklı bilgiler vardır. Kitâb-ı Mukaddes’te onun Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları karşısındaki tutumu hakkında da çelişkili bilgiler yer almaktadır.
İşte Kur’ân Araf/175-176. âyetlerinde Hz. Peygamber’den bu kişinin hikâyesini/kıssasını anlatmasını ister: “Ve kendisine mesajlarımızı lütfettiğimiz halde onları bir kenara atan kimsenin başına gelecek olanı anlat onlara: Şeytan yetişip yakalar onu ve o da, başka niceleri gibi, vahim bir sapışla sapıp gider. İmdi, Biz eğer dileseydik, onu âyetlerimizle yüceltir, üstün kılardık: fakat o hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve heveslerinin peşinden gitti. Bu bakımdan, böyle birinin durumu [kışkırtılan] bir köpeğin durumu gibidir: öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da. Bizim ayetlerimizi yalanlamaya kalkan kimselerin hali işte böyledir. Öyleyse, bu kıssayı anlat ki belki derin derin düşünürler.”[2]
Âyette görülüyor ki; buradaki kişi, ilâhî mesajı anlayan ama buna rağmen “dünyaya fazla sarılması”, yani hayata maddeci, “dünyevî” bir açıdan bakması yüzünden hakkı kabule yanaşmayan bir kimsedir. Rivâyetler kendisine “ism-i âzam”ın öğretildiği, âlim ve salih bir kul olduğu yönünde bize bilgiler aktarmaktadır. Ama o görüldüğü gibi sonradan nefsânî arzularına meyletmesi netîcesinde mânevî hâlini kaybetmiş ve hattâ îmânsız olarak ölmüştür. Böyle bir insânın tutum ve davranışları yalnızca dünyaya bağlı arzularının ona günübirlik “fayda” ya da “zarar” olarak gösterdiği şeyler tarafından belirlendiği için, bu insân daima aklıyla bedensel güdüleri arasındaki çatışmanın ve dolayısıyla içsel huzursuzluğun, hayalî korku ve kuruntuların kurbanı durumundadır. Bunun için de, inanmış bir kişinin inanç yoluyla eriştiği zihnî berraklıktan, ruhî dengeden yoksundur.
Araf/176. âyette böyle bir kişi, ilmini imanı yönünde değil de imanı aleyhine kullandığı için kışkırtılan bir köpeğe benzetilmektedir. Aslında bu kişinin içine düştüğü bu trajik durum kendi kişisel tercihi yüzündendir. Çünkü âyetin başında “Biz dileseydik onu âyetlerimizle yüceltirdik” ifâdesi, onun bu hâle gelmesini “Allah diledi” anlamında değildir. Allah ona her türlü imkânı sunmuş ama o dünyâya sarılıp kendi arzu ve heveslerinin peşinden gittiği için bu sonuçla karşılaşmıştır. Köpekler ter bezleri olmadığından vücut ısılarını dengelemek için sürekli dillerini çıkarıp solurlar. Dinden dönenin durumu da tıpkı bunun gibidir. Nasıl ki köpek, üzerine varsan da kendi haline bıraksan da sürekli dilini çıkarır, durumunu değiştirmezse, dinden dönen kişi de kendi haline bıraksan da, üzerine gitsen de durumunu değiştirmez. Vicdanının verdiği huzursuzluktan kurtulmak için âyetler hakkında yalan........