Allah (cc) insanı ‘yeryüzünde halife’ olarak yarattı. (Bekara 2/30) Daha doğrusu ‘halife’ olsun diye yarattı.
Bu tıpkı her insanın fıtrat üzere yaratılması gibidir.
Öyleyse her insan doğuştan halife adayıdır. Zira halife olabilmenin bütün imkan ve kabiliyetleri fıtrat olarak insan bünyesine yerleştirildi. Yapısı, karakteri, kabiliyetleri buna göre dizayn edildi. Bunun yanında ona akıl, düşünce, muhakeme ve anlama gibi yetenekler verildi, elçiler ve kitaplar gönderildi.
Kim iman ettikten sonra imanın gereğini yerine getirir, sâlih amel işlerse o halifelik görevini yerine getirmiş, ‘Allah’ın halifesi’ olmuş olur.
İnsanın ‘fıtrat üzere’ yaratılması da aynı anlama gelir. Her çocuk sonradan müslüman olacak kıvamda yaratılıyor demektir.
İnsanın fıtrat üzere yaratılmasının bir başka anlamı da; İslâmın fıtrat dini olması hasebiyle herkes tarafından yaşanabilir, uygulanabilir bir din olmasına vurgudur. Allah (c) fıtrat üzere yarattığı kullarına, fıtrat dini olarak İslâmı seçti.
Fıtrat üzere yaratılan her insan sonradan müslüman olmadığı gibi, halife olsun diye yaratılan her insan da sonradan ‘yeryüzünün halifesi’ olamıyor.
‘Hizbullah’ olmak da böyle bir şey.
Kur’an; iman ve küfür tercihi, sevgide ölçü ve sınır, bir şey uğruna çalışma, bir dava uğruna mücadele etme açısından insanları iki gruba ayırıyor.
Bazı kimselere veya bir gruba ‘hizbullah/Allah’tan yana olan’, diğerlerine ‘hizbü’ş-şeytan/şeytandan yana olan’ diyor.
Bu, öncelikle bir iman ve kulluk tercihinin sonucudur.
Bilinçli mü’minler hak davet uğruna cihad ederler (yoğun çalışma yaparlar). İnsanları ma’ruf/iyi olana davet ederler, münker/kötü olandan sakındırmaya çalışırlar. Sevgilerinde ve nefretlerinde Allah rızasını esas alırlar.
Böyle yapan mü’minlere Kur’an ‘hizbullah’ diyor.
Öyleyse her iman eden mü’mindir ve hizbullah’tan olmaya adaydır. Kim iman ettikten sonra ‘ilay-ı kelimetullah/Allah’ın ismi en yüce olsun, İslâm herkese ulaşsın, İslâmın getirdiği bütün gözellikleri herkes duysun, insanlar ile İslâmın arasında engeller kalksın diye çalışırsa, Allah katında ‘hizbullah’tan olur.
Bu gibi mü’minlere ‘hizbullahî müslüman’ demek yanlış olmaz.
Bu dersimizde bazı nedenlerden dolayı biraz olumsuz bir anlam kazanan ‘hizbullah’ kavramını Kur’an açısından tanımaya çalışacağız.
Özellikle İslâmdan hoşlanmayan bazı kesimlerin, bazı müslüman gruplar/cemaatler hakkında bu kavramı nahoş bir yafta olarak kullanmaları, ya da bazı müslümanların bu kavramı kendi hareketlerine isim olarak seçmeleri, Kur’an’ın nitelikli müslümanlara uygun gördüğü bu şerefli sıfata mesafeli davranmamızı gerektirmez.
‘Hizbullah’ kavramın tam anlayabilmek için bu kelimenin hem kök anlamına ve Kur’an’da nasıl kullanıldığına bir göz atalım.
A-Kur’an’da hizb kelimesi
‘Hizb’ kelimesi Kur’an’da tekil olarak sekiz defa, ikili olarak (hizbeyn şeklinde) bir defa, çoğul olarak da (ahzâb şeklinde) onbir defa geçiyor.[1]
1-Hizbin sözlük anlamı
Bu kelimenin aslı olan ‘ha-ze-be’ fiili, bir işin gelip çatması demektir. Bu da ya bir zor durumdur, ya da bir musibet sebebiyledir. Hizipleşenler, bir anlamda musibetten dolayı bir araya gelenlere benzetilmiştir.[2]
‘Hizip’ sözlükte, kısaca cemaat (topluluk)[3],
parça, bölük, kısım, taife, belli bir sınıf, belli bir görüş etrafında toplanan topluluk, bir kimsenin görüşüne ve emrine uyan özel adamları gibi manalara gelir.[4]
Akrabalık bağıyla bir araya gelen topluluğa ‘hizip’ denileceği gibi, kendilerine ait bir görüşle diğerlerinden ayrılan siyasî ve itikadî topluluklara da ‘hizip’ adı verilir.
Günümüzde bazı İslâm ülkelerinde bu kelime parti, siyasi topluluk anlamında kullanılıyor. Kelimenin ‘siyasi parti’ manasında kullanılması 19. yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır.[5]
Bir kimsenin hizb’i ona yardım eden, zor zamanlarda yanında olan arkadaşlarıdır.
Bazı hadislerde önemli, zor işlerle karşılaşmak anlamında kullanmış:
“Peygamber (sav) zor bir durumla karşılaştığı zaman (izâ hazebehu emrun) ‘lâilâhe illallah’ derdi.”[6]
Rasûlüllah’a (sav) zor bir gelip çattığı zaman (izâ hazebehu emrun) namaz kılardı.[7]
“Rasûlüllah (sav) çabuk yol almak istediğinde yahut önemli bir işle karşılaştığında (hazebehu emrun) akşam ile yatsıyı bir arada (cem’ ile) kılardı.”[8]
2-Hizb’in terim anlamı
Kur’an cüzlerinin her dörtte birine ‘hizip’ denir.
Hizip, aynı zamanda bir kişinin vird’i (yapmayı itiyad haline getirdiği ibadeti/duası) demektir.
Bir hadiste; “Her kim geceleyin hizbini -kısmen veya temamen- bitirmeden uyursa…” şeklinde bu anlamda geçmektedir.[9]
Hizip; belli amaçlara ulaşmak üzere düzenlenmiş dualara da denir. Bu isimle düzenlenmiş dua kitapları vardır. Meselâ Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî’nin Mecmuâtu’l-Ahzâb’ı gibi.
B-Hizip kelimesinin Kur’an’daki kullanımları
Kur’an bu kelimeyi hem olumlu, hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır.
Bir hizb’in olumsuz olarak anılması, onların üzerinde bir araya geldikleri düşünce ve inanca, buna bağlı olarak yaptıkları amellere göredir.
Bir başka deyişle Allah’ın hükümleri ve İslâmî davet karşısında gösterecekleri tavra göredir.
1-Topluluk/dinî grup anlamında
‘Hizip’, Kur’an’da tekil olarak cemaat, taife anlamında, çoğul olarak da bu anlamının yanında belli inanç gruplarını ifade etmektedir.
Sâd Sûresindeki (38/13) ‘ahzâb’; Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkını işaret eder. Onlar ve benzerleri inkârda müttefiktirler. Mü’min 40/31. âyette aynı topluluklara tekrar vurgu yapılıyor.
Hûd Sûresindeki (13/17) ‘ahzâb’ küfürde ittifak eden bütün öteki din mensuplarını anlatır. Çünkü bunlar aralarında gruplaşarak Hakka karşı kendi aralarında taraftar olurlar.[10]
Kehf Sûresindeki (18/12) ‘hizbeyn-iki hizip’, Ashab-ı Kehf ile ilgili süreci kendine göre değerlendiren ve Kehf 18/21. âyette tekrar işaret edilen iki grubu,
ya da bizzat Ashab-ı Kehf’i ve onlar hakkında konuşan o zamanki şehir halkını[11],
veya onlar hakkında fikir yürüten gayr-i müslimleri ve müslümanları işaret eder.[12]
Meryem Sûresindeki (19/37) ‘ahzâb’, İsa (as) hakkında ileri geri konuşan, onun kimliğini ve misyonunu farklı bir şekilde algılayan kimseleri veya muhtemelen bütün hırıstiyan ve yahudi mezheplerini anlatır.
Mü’min Sûresi (40/5)deki ‘ahzâb’ Nûh’a (as) inanmayan çeşitli gruplara ve ondan sonra gelen ve peygamberlere karşı bir araya toplanan bütün kafadarlara işaret etmektedir.[13]
2-Helâk günü anlamında
Firavun Hz. Musa’yı öldürmeye kalkışınca, kendi adamlarından imanını gizleyen birisi, ‘Rabbim Allah’tır’ diyen bir kimsenin öldürülmemesi gerektiğini söyleyerek buna engel oldu. Arkasından da onlara peygamberlerini dinlemeyen kavimlerin helâkını hatırlattı:
وَقَالَ ٱلَّذِيٓ ءَامَنَ يَٰقَوۡمِ إِنِّيٓ أَخَافُ عَلَيۡكُم مِّثۡلَ يَوۡمِ ٱلۡأَحۡزَابِ ٣٠
مِثۡلَ دَأۡبِ قَوۡمِ نُوحٖ وَعَادٖ وَثَمُودَ وَٱلَّذِينَ مِنۢ بَعۡدِهِمۡۚ وَمَا ٱللَّهُ يُرِيدُ ظُلۡمٗا لِّلۡعِبَادِ ٣١
“Yine iman eden kimse söze girerek dedi ki: ‘Ey kavmim! İnanın ki ben, şu (inkârda) ittifak etmiş toplulukların (ahzâb’ın) helâkine benzer bir günün sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum.
Yani Nûh kavmininin, Âd ve Semûd’un ve onlardan sonrakilerin uğradığı türden bir helâkin… Bir de unutmayın ki Allah kullarına haksızlık etmeyi asla istemez.” (Mü’min 40/30-31)
3-Grup/fırka anlamında
‘Hizip’, bir kaç âyette ise toplumların veya din mensuplarının parçalanıp parti parti, grup grup olmaları anlamında geçmektedir. Şöyleki;
وَإِنَّ هَٰذِهِۦٓ أُمَّتُكُمۡ أُمَّةٗ وَٰحِدَةٗ وَأَنَا۠ رَبُّكُمۡ فَٱتَّقُونِ ٥٢
فَتَقَطَّعُوٓاْ أَمۡرَهُم بَيۡنَهُمۡ زُبُرٗاۖ كُلُّ حِزۡبِۭ بِمَا لَدَيۡهِمۡ فَرِحُونَ ٥٣
“Kesinlikle bu (elçilerin takipçilerinden oluşan) ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin (bir tek) Rabbinizim: Şu hâlde bana karşı sorumluluğunuzu yerine getirin.
Bu (emre) karşın, onlar aralarındaki birliği darmadağın edip........© Mir'at Haber