Şeytanın Kardeşleri
Şeytanın Kardeşleri
İnsanın hayatı sadece görünenden ibaret değildir. Gündelik koşuşturmanın, iş-güç telaşının, yemek içmenin, yorulup uyumanın ötesinde, aslında her birimizin farkında olduğu ama çoğu zaman adını koyamadığı gizli bir mücadele vardır. İnsan bazen bir düşünceyle sarsılır, bazen bir anda içinden geçen yanlış bir hisle kendini sıkışmış hisseder; bazen de durup dururken kalbinde bir ağırlık belirir.
İşte Kur’ân bize bu görünmeyen dünyayı hatırlatır:
İnsanın sadece dış düşmanı yoktur; kalbine dokunan bir düşmanı da vardır.
Bu düşman, insanı zorla günaha sokmaz; ama yanlış olanı güzel gösterir, hatayı süsler, haramı cazip hâle getirir. Kötü bir düşünceyi “bir şey olmaz” diye fısıldar, küçük bir günahı “herkes yapıyor zaten” diye masumlaştırır.
Fakat Kur’ân’ın altını çizdiği en önemli nokta şudur:
Şeytanın gücü, insanın tercihini devre dışı bırakmaz.
Asıl belirleyici olan, insanın tutumudur.
A‘râf Sûresi’nin 201 ve 202. âyetleri tam da bunu anlatır. Bir grup insan vardır ki vesvese gelince hemen Allah’ı hatırlar, kendine gelir. Bir grup insan da vardır ki vesveseyi sahiplenir, benimser, onunla yürür. İşte Kur’ân bu ikinci gruba “şeytanın kardeşleri” der.
Bu ifade bir hakaretten ziyade bir tariftir:
Günahı süsleyen, hatayı savunan, yanlışta ısrar eden insanlar…
Bugün de aynı tabloyu görüyoruz. Günahın süslendiği, yanlışın normalleştirildiği, haramın “özgürlük” diye paketlendiği bir çağdayız. İnsan fark etmeden sürükleniyor; küçük adımlar büyük uçurumlara dönüşüyor.
İnsan bu sessiz sürüklenişi fark etmezse, kiminle yürüdüğünün bile farkında olmaz. O hâlde şimdi bu mücadelenin merkezindeki asıl unsura dönüp bakalım.
Bu mücadelenin en önemli unsurlarından biri hiç şüphesiz şeytandır. Fakat Kur’an, şeytanı tek başına belirleyici bir unsur olarak tasvir etmez; asıl belirleyici olan insanın tavrı, seçimi ve iradesidir.
Şeytan, insanın aklına ve kalbine nüfuz etmeye çalışan, insanın içindeki zayıf noktaları yoklayan, nefsini kışkırtan, günahı süsleyip güzel gösteren tehlikeli bir düşmandır:
﴿إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا﴾
“Şüphesiz şeytan sizin için apaçık bir düşmandır; siz de onu düşman edinin.” (Fâtır 35/6)
إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِى مِنَ الْإِنْسَانِ مَجْرَى الدَّمِ
“Şeytan insanın damarlarında kanın akışı gibi akar, (kalplere çok kolay vesvese verir). (Buhârî ve Müslim)
﴿وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ﴾
“Şeytan onlara yaptıklarını süslü gösterdi.” (Enfâl 8/48)
Onun düşmanlığı eski bir düşmanlıktır. Âdem’e secde etmeyi reddettiği andan itibaren insanı Allah’ın yolundan uzaklaştırmak için yemin etmiş ve bu yolda da kıyamete kadar devam edeceğini söylemiştir:
﴿لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ﴾
“Onların hepsini mutlaka saptıracağım.” (el-Hicr 15/39)
Bu yüzden şeytan meselesi hafife alınacak bir konu değil; her insanın ciddiyetle farkında olması gereken bir meseledir.
A‘râf Sûresi’nin 202. âyeti bu hakikati çarpıcı bir şekilde ortaya koyar:
وَإِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ
“Şeytanların kardeşlerine gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler; bir daha da yakalarını bırakmazlar.”
Bu âyet, insana şeytanın hükmettiği bir kader çizmiyor; bilakis insanın kendi tercihiyle şeytana yakınlaşmasını anlatıyor. Çünkü Kur’an’da “kardeşlik”, ahlâkî bir uyumu ifade eder. Bu uyum ise insanın kendi iradesiyle oluşur.
Âyetin hemen öncesinde Rabbimiz şöyle buyurur:
﴿إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَإِذَا هُمْ مُبْصِرُونَ﴾
“Takvâ sahipleri, şeytandan bir vesvese geldiğinde hemen Allah’ı hatırlarlar; böylece basiretleri açılır.” (el-A‘râf 7/201)
Burada takvâ ehli için “tezekkür—basiret” ilişkisi kurulmuştur. Vesvese gelir; fakat Allah’ı hatırlamak kalbi toparlar.
Peki bu mekanizmayı işletmeyen insanın durumu ne olur?
Bu sorunun cevabı 202. âyettedir. Dolayısıyla 201 ve 202. âyetler birlikte okunduğunda karşımıza şu tablo........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein