Bu Medya Kimin Medyası? |
Bu Medya Kimin Medyası?
Modern dönemde medya, yalnızca haber aktaran teknik bir vasıta olmaktan çıkmış; zihinleri şekillendiren, değer yargılarını dönüştüren ve toplumsal yönelimleri belirleyen etkili bir güç hâline gelmiştir. Bu durum, medyanın mahiyetine ve işlevine dair meseleleri, sadece bir iletişim aracı tartışması olmaktan çıkarıp, bilginin doğruluğu ve güvenilirliğiyle ilgili ahlâkî bir problem alanına taşımaktadır.
Burada durup sormak gerekir: Bu dönüşüm kendiliğinden mi oldu? Yoksa bu gücün, belli merkezler tarafından bilinçli şekilde tahkim edildiğini mi görüyoruz? Çünkü güç tesadüfen büyümez; güç, bir iradenin himayesinde büyür.
İslam düşüncesinde bilgi, emanettir. Söz, aktarım ve haber verme faaliyeti ise bu emanetin taşınma biçimlerinden biridir. Bu sebeple bilginin nasıl üretildiği, hangi saiklerle sunulduğu ve ne tür sonuçlar doğurduğu, ciddi bir mesuliyet alanı olarak görülmüştür. Zira bilgi, nötr bir malzeme değil; doğru kullanıldığında ıslah eden, çarpıtıldığında ise ifsat eden bir güçtür. Bu nedenle Kur’an, bilginin kaynağına, doğruluğuna ve muhatapta doğuracağı etkiye dair mümini açık biçimde uyarmıştır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
(el-Hucurât, 49/6)
Bu ayet, haberin yalnızca aktarılmasını değil; doğrulanmasını imanî bir sorumluluk hâline getirmekte, bilginin kontrolsüz dolaşımının toplumsal zulme dönüşebileceğine dikkat çekmektedir. Aynı şekilde Kur’an, bilginin tüketilmesi aşamasında da mümini uyarmakta ve sorumluluğu yalnızca üretene değil, muhataba da yüklemektedir:
“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.”
(el-İsrâ, 17/36)
Bu ayet, işitilen, görülen ve benimsenen her bilginin insanın ahlâkî ve imanî hesabına yazıldığını ortaya koymakta; haber alanın da en az haberi yayan kadar mesul olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Ne var ki günümüzde “emanet” kavramı, medya dilinde büyük ölçüde anlamını ve karşılığını yitirmiştir. Bunun yerine “algı”, “kampanya” ve “operasyon” gibi kavramlar belirleyici hâle gelmiştir. Böyle bir zeminde haber, hakikati taşıyan bir emanet olmaktan çıkarak; belirli hedeflere hizmet eden bir araca dönüşmektedir. Emanet bilincinin zayıfladığı yerde ise kaçınılmaz olarak arka planda kalmakta, onun yerini çıkar ve yönlendirme almaktadır.
Medya, çoğu zaman “toplumun aynası” olarak nitelendirilir. Ancak burada asıl mesele, aynaya neyin ve nasıl yansıtıldığıdır. Zira medya, gerçeği olduğu gibi aktaran bir vasıta olabileceği gibi; seçilmiş, ayıklanmış ve belirli hedefler doğrultusunda yeniden kurgulanmış bir “görünüm”ü de gerçeklik olarak sunabilmektedir. Bu durumda medya, hakikati bildiren değil; algıyı yönlendiren bir aygıta dönüşmektedir.
Ayna benzetmesi doğrudur; fakat aynayı tutanın eli kirliyse, yansıyan da kirli olur. Bugün aynayı tutan ellerin, ne kadar temiz olduğu ciddi bir soru işaretidir.
Günümüzde medya kuruluşlarının büyük bir kısmının, ekonomik ve siyasi güç odaklarıyla yakın ilişkiler içerisinde faaliyet yürüttüğü bilinmektedir. Reklam gelirleri, sermaye yapıları ve ideolojik yönelimler, yayın politikalarını belirleyen temel unsurlar hâline gelmiştir. Bu tablo, medyanın kamu yararı ilkesinden uzaklaşarak, çoğu zaman güç merkezlerinin diliyle konuşmasına yol açmaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken........