Eşine parktaki çocuktan bahsetmişti. Gencin dakikliğini, dinleme kalitesini, konuşmalarındaki naifliğini sevdiğini ifade etmişti. İlkin tedirgin olan eşi, sonradan kahvehane alışkanlığı olmayan, hava almak için parkları adımlayan ve evde sırf onunla daha çok laflamak için kitap okumalarını da parkta ya da sabahın erken saatlerinde yapan bu adama sözünü ettiği gencin iyi geleceğini düşündü. Bugün yapacakları görüşmeye kendince katkıda bulunmak istedi. Demlediği bitki çayını bir termosa doldurdu. Akşam yaptığı çöreklerden de birkaç tanesini bir kâğıt torbaya bıraktı. Termos ile torbayı da bir poşete koydu. Adam çıkmak için hazırlandığında eşi, poşeti adama verdi. Konuşurken biraz mola verir, yer içersiniz bunları, dedi. Adam eşine aşkla baktı, sarıldı ve parkın yolunu tuttu.
‘’Şiir ağacı’’ adını da verdikleri ağacın yanındaki banka oturdu. Ağaca dönüp günün şiirini ezbere okudu. Saate baktı. Delikanlının gelmesine daha vardı. Küçük eczane poşetine bıraktığı kitabını çıkardı. Bugün Mustafa Ökkeş Evren’in ‘’Düne Düşen Yazılar’’ kitabı vardı. Sürükleyici üslubu onu kitabın içine almıştı. Selam cümlesinin tamamını duyunca sesi tanıdı bu kez. Kitapta kaldığı sayfaya ayracı koydu, kitabı kapatıp gence yanında yer gösterdi. Oturdu delikanlı. Girizgâh mahiyetindeki konuşmalardan sonra bu defa gence, nerede kalmıştık, diye sordu. Genç adam yine ezberlemiş gibi söyledi daha önce konuşulanları. Adam dostuyla konuşur gibi anlatmaya başladı.
Romanlarda sevmek, âşık olmak, sevda uğruna acılar çekmek, ayrılıklar yaşamak gibi duygular ve durumlar karşıma çıkmaya başlayınca biraz da roman kahramanlarına özenerek bir sevgili (şimdi tuhaf geliyor bu kelime) bulmam gerektiğini düşünmeye başladım. Biliyorum, çocukça bir düşünceydi. Ama bunu düşündüm. Belki de başkalarının bu konu ile ilgili konuşmaları da tetikledi bu düşünceyi. Okulumda kızlar yoktu. O zaman başka bir yerde bulmalıydım sevdiceğimi. (Bu cümleyi söylerken bir film kahramanı gibi tonladı cümleyi, mimiklerini de eksik etmeden.) Arkadaşlarımdan bazıları şehrin kız meslek lisesinin önünü mesken edinmişlerdi. Ben ve birkaç arkadaşım ise okuduğumuz ‘dava’ ağırlıklı kitaplar nedeniyle bunu hafiflik ve ‘bize yakışmaz’ diye değerlendirerek yapmadık. ‘Bize yakışmaz’ en büyük gerekçem(iz)di. Yaşayacaksak bu aşkı en gizlisinden yaşayacaktık. Ben de aylar sonra nihayet platonik bir aşka yelken açmıştım. Kızın benden haberi var mıydı, yok muydu bilmiyorum. Çünkü ne konuştum onunla ne de bir haber yolladım. O, orada öylece duruyordu ve ben onu seviyordum. Şimdiki gençler bu durumu şimdi aptallık olarak değerlendiriyordur ama bizim zamanımızda durumlar genelde böyleydi. Şimdi nerededir, ne yapar, bilmiyorum. Zaten o duygularımız da........