İslam’ın Küresel Barışa Katkısı ve Türkiye’nin Rolü… |
İslam’ın Küresel Barışa Katkısı ve Türkiye’nin Rolü…
Küresel barışın iki temel etkeni vardır: Birincisi, ahlaki yeterlilik ve temsiliyet, ikincisi ise; gücün yeterliliği… Herhangi bir olay ortaya çıktığı zaman güven veren bir güç meseleyi ele alır ve adil davranarak sorunu çözüme kavuşturur. Adalet üzere işlerlik kazanan bir güç, ahlaki zeminini güçlendirerek taraflar arasında oluşacak ‘güven’i sağlayarak gönüllülüğü elde ederek sorunların çözümüne sahici katkı sunmaya devam eder.
Ahlaki yeterliliği sağlayan şey ise; kültür ve inanç kümesidir. Kültürün oluşturduğu ahlaki yeti, yeterlilik taşıyor ve eğitimini bu kültür üzerinden sağlayan halk, ahlaki zemine yaslanarak yaşamını sürdürüyorsa, işte orada ahlaki yeterlilik sağlanmış olur. Ayrıca, Güç/İktidar eğer bu ahlaki yeterliliği besleyen bir örneklik teşkil ederek varlık kazanmışsa, ahlaki yeterlilik giderek güçlenecek ve kendi yeterliliğini şahitlik mertebesinde açığa çıkartarak ahlaki vasfını kuşanacaktır.
Güç ise, doğal olarak başka güçlerle mukayese sonucu ortaya konan bir yeterliliğe sahiptir. Rakibini aşan bir güce sahip GÜÇ; iktisadi, siyasi ve askeri zeminde liderliğe oynadığı zaman Güç olma vasfını kazanır. Bu Güç siyasal belirlemede aktif bir rol alırken, uluslar arası rekabette de adalet terazisi görevini ve sorumluluğunu üstlenir. Bu çerçevede Güç kendi kendisini savunan değil, dışarıdan bakan göz açısından da ‘Güç’ olarak kabullenildiği zaman ‘Güç’ olur…
Giriş bölümünde dikkat çektiğimiz özelliklere baktığımız zaman şu an ahlaki yeterlilik yok denecek kadar, Güç olarak da kendisini herkese ispat etmiş veya herkesin kabullendiği bir güç ortada kalmamıştır. Kültür bakımından modern batı kültürü iflas etmiş, Gazze olgusu üzerinden iflası açık şekilde belirginlik kazanmıştır. Ayrıca batılı kültürün inşa ettiği bir ahlaki yapı kurulamamış iken, gücünü de giderek kaybetmekte ve yeni bir sistemin inşa edilmesindeki rolünü kaybetmiştir. Güven yitimi, iktisadi ve kültürel dezenformasyon ve hali hazırdaki siyasi kaotik zemin bunu açık bir şekilde göstermektedir.
ABD ise iki binli yıllardan beri tek güç olma arayışını neticelendirecek bir pozisyonu elde edemedi. Dünya sistemi kendi uhdesinde olduğu için şantajlar ile belirli bir gücü korku üzerinden muhafaza etse de kendi iç politik tartışmaları, ekonomik sorunları, kültürel zaafları ve süreklileşen yeni arayışlara üretilecek cevap bulmada yaşadıkları sorunlar, onları dünya gücü olma vasfından uzaklaştırmaktadır. Hatta Gelecek tarihi yazımlarında dünyanın dördüncü gücü olarak tanımlanmaktadır.
Rusya, ortada üç seneyi bulan bir savaşın içinde varlığını idame ettirmeye çalışmaktadır. Ukrayna savaşı, süreklileşen bir soruna dönüşme istidadı gösteriyor. Dünya Sistemi Ukrayna üzerinden yeni bir arayışa sürüklense de herhangi bir gücün galip gelme durumu söz konusu değildir. Bu durumun kendisi yeni bir dünya sistemi söz konusu olduğu zaman yetersizliğini açıkça ilan etmektedir. Çin ise; ‘kapalı kültür’ özelliği ile dışa kapalı bir kültür içinde varlığını sürdürmekte iken, materyalist bir felsefe ile buluşarak yenilenmeye yönelik arayışı şiddet doğurmaktadır. Bu da ahlaki zaafiyeti içerdiği gibi dışarıda ne yapacağına dair bir kültürel donanımı da yok etmektedir. Yani bir dünya sisteminin kurucu parametrelerini inşa edecek bir özelliğe sahip olmadığı bedihidir. Zaten Çin politikaları sadece ekonomik işgal üzerine işlemektedir. ABD’nin merkez bankasının yüzde kırkının üzerinde bir paya sahip olması da bunu göstermektedir.
Hindistan, Japonya ve benzeri diğer ülkelerde de bunu görmek mümkün görünmemektedir. Silah sanayi olarak güçlü olan ülkelerde de kültürel derinlik söz konusu olmadığı için bir yeni sistem inşasına yeterlilik arz etmemektedirler. Sol, sosyalizm ve benzeri görüşleri........