Bozulan, kırılan, error veren şeylere tahammülümüz yok. İşlerini hatasız yapan robotlar gibi dört dörtlük olmalı her şey. Ya da ekranlarda gördüğümüz mükemmel hayatlar gibi. Fotoğrafta iğreti duran bir şey olmamalı. Görüntüyü bozan, error veren ne varsa hayatımızdan çıkarmamız lazım.

Öylesine mükemmel ve kusursuz bir hayat tasavvur ediyoruz ki hata yapan, kusuru olan kimseyi istemiyoruz kendimizle aynı fotoğraf karesinde. Fotoğraf karesi dediysem hayatlarımızda. Mükemmel fotoğraf kareleri gibi olması için uğraştığımız hayatlarımızda… Bozulan teknolojik aletleri çöpe attığımız gibi hata eden, kusuru olan dostları da çıkarıyoruz hayatlarımızdan. Kusurlu olana tahammülümüz yok…

Hâlbuki yaşamak böyle bir şey değil. Bir çocuğun yürümeyi düşe kalka öğrendiği gibi öğreniyor insan yaşamayı. Hayat inişler ve çıkışlarla dolu. İlla ki bir taşa takılıp sendeleyeceğiz. Ayağının taşa değmemesini isteyen mükemmeliyetçi o kimse olduğu yerden kıpırdamamalı. Yani yaşamamalı hayatı. Ya da suni bir yaşam sürmeli.

Çok çabuk vazgeçiyoruz dostlarımızdan. Ayaklarının bir taşa değmesi, ufak bir sendelemeleri yeterli. Takılan, hata yapan mükemmel olmayan bir insanla aynı karede nasıl olabiliriz ki? Hele bizimle aynı yolda yürümüyorsa aynı karede olmamızın imkânı yok bu saatten sonra. Bunun altında en doğru yolda sadece bizim yürüyebileceğimize dair bir düşünce mi yatıyor emin olamıyorum. Madem en doğru yolda biz yürüyoruz, hata yapanları olduğumuz kareden dışlamak yerine onları doğru yola davet etmek gerekmez mi? Tebliğ, hayra davet diye bir şeyler vardı. Tasavvur ettiğimiz mükemmel dünyamızı inşa etme telaşında bunları da unuttuk sanırım.

Ayağı bir taşa takılmaya görsün, beraber yürüdüğün yolların, beraber aştığın engellerin hiçbir değeri kalmıyor. Bizim ayaklarımızın da takılmayacağının garantisini veren kim? Dostlarımızı bu kadar kolay silip atmayı hangi ara öğrendik? Düşmanımıza bile merhamet gösterdiğimiz günlerden dostlarımıza tahammül gösteremediğimiz bu seviyeye nasıl geldik?

Vefa semtine hiç uğramamış gibiyiz. Tek bir hata ile, ufacık bir sendeleme ile, bizimle aynı yolda gitmedi diye, ayağı taşa değdi diye dostlarımızı tek tek hayatımızdan çıkarırken aslında kendimize yapay bir dünya oluşturuyoruz. Bu yapay dünyada herkesin robotlar gibi düzgün çalışmasını beklerken robotların da bir gün bozulabileceğini unutuyoruz. Kim bilir belki de yarın error verdiğimiz için çöpe atılan biz oluruz?

Hayat bir yolculuksa eğer… Hepimizin yolu bir gün vefa semtine düşecek. Gözlerimizde büyüttüğümüz fakat küçücük olan dünyamızın bir gerçeği bu. Yolumuz vefa semtine düştüğünde herkes vefa gösterdiği kadar vefa görecek. Vefalı günler dilerim.

QOSHE - Kusursuz Dünya Tasavvurunun Unutturduğu Erdem: Vefa - Selime Sümeyye Abatay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kusursuz Dünya Tasavvurunun Unutturduğu Erdem: Vefa

4 0
06.06.2023

Bozulan, kırılan, error veren şeylere tahammülümüz yok. İşlerini hatasız yapan robotlar gibi dört dörtlük olmalı her şey. Ya da ekranlarda gördüğümüz mükemmel hayatlar gibi. Fotoğrafta iğreti duran bir şey olmamalı. Görüntüyü bozan, error veren ne varsa hayatımızdan çıkarmamız lazım.

Öylesine mükemmel ve kusursuz bir hayat tasavvur ediyoruz ki hata yapan, kusuru olan kimseyi istemiyoruz kendimizle aynı fotoğraf karesinde. Fotoğraf karesi dediysem hayatlarımızda. Mükemmel fotoğraf kareleri gibi olması için uğraştığımız hayatlarımızda… Bozulan teknolojik aletleri çöpe attığımız gibi hata eden, kusuru olan dostları da çıkarıyoruz hayatlarımızdan. Kusurlu olana tahammülümüz yok…

Hâlbuki yaşamak böyle bir şey değil. Bir çocuğun yürümeyi düşe kalka öğrendiği gibi öğreniyor insan yaşamayı. Hayat inişler ve çıkışlarla dolu. İlla ki bir taşa takılıp sendeleyeceğiz.........

© Milli Gazete


Get it on Google Play