Özgünlüğünü yitirme!

“Seninle beraber tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hûd Sûresi/112)

“Doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü doğruluk, insanı iyiliğe, iyilik de onu cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru’ olarak kaydedilir.” (Hadis/Müslim, birr, 105)

"Korkma düşmandan ki ateş olsa yandırmaz seni!

Müstakim ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni!” (Şair Said Paşa)

*

Bu karanlık yaşadığımın izidir

Bu uçurum can havlinde gökdelen

İlk duruşmada hep son sözü söyler

Üstümüze oturan o sıkıntı:

‘Ne giysek bir kefenmiş meğer’”

(Hüseyin Akın)

Pazartesi

“Ne yapsam çoğalır akşam

Bütün yollar ölüme çıkar

Tükenir kalem tükenir kan

Ah ne yapsam tükenir akşam”

(Mustafa Özçelik)

Sabah rutini gibi bir şey bu, uzak yürüyüşler yapıp nostaljiye düşmeden evin yolunu bulmak istiyorum. Kitabın ortasından konuşmaktan yorulmadım ama artık kitabın da bir anlamının kalmadığı bir zeminde kitaptan konuşmak biraz abes kaçıyor. Onun için belki de kitabın dışına çıkıp birkaç kelam etmek de pek bir işe yaramayacağı için derin suskunluklara ihtiyaç var. İstedim ki her şey güzel olsun bize de güzelin seyri düşsün ama olmadı. Ne güzel ne de güzellik kaldı. Dağıldı her şey tespih taneleri gibi, toplayamadım ki toparlanayım.

En sonunda gidip bütün gidenleri ziyaret ettiğimde civarda sadece ben gibi birkaç divane birkaç da serdengeçti vardı. Uzaktan baktım. Selviler yol kenarına kadar gölge bırakıyordu, biraz dalda durup giden zamana el salladım. Sanki feleğin çemberinden en son o geçmiş gibi bir hali vardı. Hani öyle bir geçiş ki dünyanın tozu bile kalmamış üzerinde. Üzgünlüğü kendi hesabı namına değildi elbet ama üzgünlük yakasına yapışmıştı bir kere… Küskünlük değil! Onu her gördüğümde hali hep şu nakaratı düşürüyordu dilime; “Ben de yoluma giderim/Ezdirmem kendimi/Ama gezdirmem de gönlümü/Gider acımı çekerim.” Uzun zamandır kimseye gidip de “nasılsın?” diye soramıyorum, açıkçası korkuyorum. Niye mi? Gelecek cevabin altında ezilirim diye.

En son karşılıklı çaylarımızı yudumladığımız son görüşmemizde bu durumdan bahsetmiştim. Birden elindeki bardağı yavaşça bırakıp, neredeyse feleğin çemberinin halkalarını gösteren gözlerinin altındaki kırışıklıkları biraz daha bütünleyerek kısık gözlerini iyice kısıp, nemlerini saklama ihtiyacı duymadan ve sesindeki titremeye aldırmadan tane tane konuşmaya başlamıştı. “Anlamak gerçekten çok zor. İnsanlar en basit gereksinimlerine ulaşamadıkları için, kendilerini güvende hissetmedikleri için, gelecek kaygısı, korkular ve endişeler içinde boğuldukları için ve de kendilerini değersiz hissettikleri için ne kadar moralsizler. Kaç tane insan cesaretlendirici bir sözcüğün yokluğu yüzünden ölüyor” dedi. Cebinden çıkardığı mendille gözyaşlarını sildi. Biraz uzaklara daldı. Gittiği yer neresi ise oradan döndü ve devam etti: “Aslında eğer........

© Milli Gazete