“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd- 20)
Cumartesi
“Gel gönül tarikat babından çıkma
Şeytandan şefaat şifadar olmaz
Terk-i salat ile oturup kalkma
Konuşma puşt ile onda ar olmaz
Yoksulluk dediğin ömürler söker
Katranı kaynatsan olur mu şeker
Cinsi bozuk olan cinsine çeker
Asli ham demirden mücevher olmaz
Sümmani ah edip sararıp solma
Gelen Allah’tandır kimseden bilme
Sevildiğin yere çok gidip gelme
Kesilir muhabbet itibar olmaz.”
(Âşık Sümmani)
İnsan yol alır. Yol da insanı alır. Eğer bir insan insafını kaybetmişse o insanda ihsan ve irfan da aranmaz. İnsaf, adaletli ve yargıda ölçülü olmak anlamına gelir. Eğer bir yargıda, hükümde bulunurken insaf ölçüsünden yoksun bir şekilde hareket ediliyorsa orada nefis devrededir. Vicdana oralarda rastlanmaz, çünkü insaf yoksa ortada nasır tutmuş bir kalp vardır. Hakka, hakikate kapanmıştır. İhsan sahibi olmak demek; bir işi güzel yapma, karşılıksız verme manasındadır. İrfan ise hakikati anlaman yolundaki görüş, seziş yeteneğidir. Bu üç güzel bir insanın bünyesinde bulunursa o insan hakikatli bir yolda yürüyebilir. Hakikat içerisinde hareket edebilir.
Rahmetli Erbakan Hocamız, hep bizlere birtakım kısa formüle edilmiş ama mana âleminde büyük bir derinlik barındıran hap bilgiler verirdi. Bunlardan bir tanesi de cihad ibadetinin edasının şartlarıdır. Bunları mefhum olarak belki herkes çok iyi anlatabilir peki ya uygulamada ne âlemdeyiz? Birbirimizi hayra davet edip, şerden uzaklaştırıyor mu yoksa sadece etiketleyerek, yaftalayarak kendi keyfimize ve kafamıza göre bir tasnifle mi yürüyoruz. Kardeş miyiz? İyi ahlak sahibi miyiz? Nefsi terbiye mi ediyoruz, yoksa saha mı kaldırıyoruz? Neredeyiz? Emanetler ne âlemde? Ya infak? Ya sadakat? Hakikaten sadakatimiz neye? Gerisini sormuyorum!
İnsan, etkilenebilen bir varlıktır. Etki edilebilir. Olduğundan farklı da gösterilebilir. En kötüsü, bir insan kendini kandırmaya başladığında iflah olunmaz. Geçici olduğunu unutan insan emanetleri de unutabilir, kamu hakkını da… Böylesi unutkanlıklar insan için kötüdür. Yol yürümek zahmetli ve zorlu, sancılı bir iştir ki insan nereden geldiğini, nereye varacağını unuttuğu anda yol manasını yitirir. Geçici anlam denizlerinde oyalanılsa da ne fayda. Geçiciyiz, sırtımızdaki küfeleri sahiplenmeye ne hacet var? Geçici her şey! Baki olana selam olsun. Yol onun, varlık onun…
Pazar
“Hüzün/çok eski bir öykü/oralarda
Atlıların artık olmayan atlarını
Artık kaçan bir uzayın kaynar kayıtlarına
Yürütüp aşkla yorarak
Bengisu taşıdıkları o ilk yazdan
Güze kalan bir gül taşılı
Buruk bir andaç” (İlhami Çiçek)
Dersu Uzala
Vladimir Arsenyev’in (1923) yılında yayınlanan kitabından 1975 yılında usta yönetmen Akira Kurosawa tarafından sinemaya aktarılan harika bir film. Uzun zamandır seyretmemiştim. Kitaplığımı yerleştirirken tesadüf ettim, tekrar oturup izledim. Film, Rusya'nın Doğu Sibirya bölgesindeki bir arazinin topoğrafik haritasını çıkarmak üzere buraya giden Rus ordusundan bir grup askerin, bu görevleri esnasında bölgede yaşayan ve ''vahşi'' bir hayat süren Dersu Uzala adındaki ihtiyar bir Japon’la karşılaşmalarını ve onun, askerlere rehberlik ederken, başlarından geçen olayları konu edinmektedir. Söz konusu olaylar üzerinden Kurosawa, insanın tabiatla olan ilişkisini dile getirmektedir.
-Kumandan, biraz pirinç, tuz ve kibrit ver.
Ne yapacaksın onlarla?
-Pirinç, tuz ve kibrit. Gürgen kabuğuna sarıp kulübeye koyacağım.
Dönmeyi mi planlıyorsun?
-Neden döneyim? Başka insanlar gelir. Kuru odun bulurlar. Yemek bulurlar. Ölmezler.
Günümüz insanı için uzak olan birçok şeyi tekrar hatırlatması, sadece sanatsal değer olarak değil, düşünsel değer olarak da izledikçe yeni derinliklere gidilebilen bir film. İzlerken gözümün önünden benim hayatıma dokunmuş birçok kıymetli insan geçti gözümün önünden. Film boyunca kendi yolculuğumu yaptım. Daha önceleri birçok defa izlediğim filmde hiç böylesi bir yolculuk yapmamıştım. İlkinde çok etkilenmiştim, ikincisinde kendimce çözümlemeler yapmış, sonra her izlediğimde çeşitli katmanlarını görebilmiştim ancak bu sefer sanki film benim belleğimden geçti. Bu yönü ile de ayrı bir kıymeti oluştu, kişisel hikâyemde.
Pazartesi
“Ölüm alışsın artık bize
Bir dans gibi bahçemize gelsin
Gelsin otursun ılık minderimize” (Ergin Günçe)
Bir güzel insan: Bahri Zengin
Bahri Zengin, bu topraklar için ne kadar kıymetli bir değer olduğunu onun hayat hikâyesine temas eden hayat hikâyelerine baktığımız zaman görebiliyoruz. Edebiyat dünyasından düşünce dünyasına, kültür-sanata varana kadar birçok alanda önemli islerin görünmez kahramanıdır. Bugün toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulmuş isimlerin adeta hamisi konumunda olan rahmetli Bahri abi, bizim için ise düşünmenin uçsuz bucaksız evreninin kapısını açan kişilerin başında gelir. Onun bunu sadece söylem ile değil eylem ile de ortaya koymuş öncü bir şahsiyet olarak gönüllerimizde izi ve yeri vardır.
Üniversite yıllarında Ankara’ya her toplantıya geldiğimizde ya erken gelip, geç dönerdik, bir şekilde gençlik kollarında gerçekleştirilen bu sohbetlere/eğitimlere katılmak Ulus-Balgat hattının diğer zevkli, kıymetli çabalarından birini teşkil ediyordu. Ankara’da çok az arkadaşın böylesi bir ortamın kıymetini görüyor oluşuna üzülürdük ama taşradan gelen birkaç arkadaş olarak da alabildiğimiz kadar almaya gayret ederdik.
Hareketin teorisyenleri arasında yer alan Bahri Hoca, sadece siyaseti değil, düşünce dünyasını da besliyordu toplumun. Yazıları, konuşmaları bunun en bariz göstergelerindendir. Bahri Hoca’nın belki de çok az insanın bildiği iki diğer işini de ifade etmek gerekir. Birincisi onun Erbakan Hoca ile Adil Düzen çalışmalarındaki rolü, ikincisi bunun ekonomik boyutuna yaptığı katkıdır. Özellikle 70’li yıllarda çevirdiği kitap ile o dönem için çok önemli bir boşluğu doldurmuştur. Kitabın serüveni ise çalışma yaptığımız bir dosya konusunda kardeşim Kemal ile konu üzerinde derinleşirken tesadüfen Nadir Kitap’ta denk geldiğimiz kitap vesilesi ile oldu. Kitabın ismi; “İslam Ekonomisi/ Teori ve Pratik”. Prof. M. A. MANNAN’ın bu eserini o günkü şartlarda bulup bir arkadaşı vasıtası ile getirtip, Türkçeye çevirmiş olması onu bize biraz daha açık ediyor. Hele birçok kurumun kuruluşunda yer alması ise ayrı bir boyut. TYB’den ESAM’a varana kadar birçok işin içerisinde yer almıştır. Kitabı görünce bir kez daha yâd edip, hayır duası ile anmak istedim. ALLAH, mekânını âli etsin.
Salı
Gerçeğin keşfi her vakit özgün bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Bunun için insana yetecek olan en önemli şey........