menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Felaket Körlüğü

19 0
16.11.2025

Geçmişsizlik, hakikatin hazine odası olan bilinçdışını susturur. İnsan, yalnızca bugünün çıplak gerçekliğiyle değil, aynı zamanda hatıraların tortusu, rüyaların dili ve bastırılmış arzuların karanlığıyla var olur. Freud’un işaret ettiği üzere bilinçdışı, gerçeğin saklı katmanıdır; birey için olduğu kadar toplum için de bir hafıza derinliği barındırır. Oysa geçmişin silindiği yerde, bilinçdışıyla kurulan bağ da kopar. Bu kopuş, insanı kendi hakikatinden ayırır; geriye yalnızca semptomatik, yüzeysel bir “şimdi” kalır.

Dil de bundan nasibini alır. Çünkü dil, yalnızca işaretler sistemi değil; geçmişin yankılarıyla, hatıraların şifreleriyle, tarihsel yüklerle beslenen bir varlıktır. Geçmişsiz bir dil, köksüzdür. Köklerinden kopmuş dil, artık ümide doğru inşa eden bir güç olmaktan çıkar; yüzeyde dolaşan, tüketim için üretilmiş basit bir araç haline gelir. Walter Benjamin’in “tarih meleği” betimlemesinde olduğu gibi, yıkıntılar birikerek yükselirken, modern zamanın rüzgârı bizi umutsuzca geleceğe sürükler. Ama geçmişle bağ koparıldığında, yıkıntılar görülmez olur; tarihsel enkaz, sessiz bir arka plana dönüşür. Bu sessizlik, hakikatin kaybıdır.

Geçmişsizliğin ürettiği bu boşluğu, kaygısız politik güçler doldurur. Çünkü hafızası olmayan toplum, hesap soramaz; hesap soramayan toplum ise iktidarın keyfiliğine teslim olur. Tarih bilincinden ve geleceğe dair sorumluluk duygusundan arındırılmış bir siyaset, kendini yalnızca günü kurtarmaya adar. Bugün burada işleyen güç, yarın başka bir güçle yer değiştirebilir; hiçbir bağ, hiçbir hesap, hiçbir yükümlülük kalmaz. Böylece siyaset, anlamını ve etiğini yitirerek bir iktidar oyunu haline gelir.

Nietzsche, “Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Zararı........

© Milli Gazete