Mekke müşrikleri, iman edenlerden kabilesi olmayan, Yemenli Yasir ve eşi Sümeyye Hanımefendi (Allah ikisinden de razı olsun) gibi garibanları öldürerek sonuç alacağını zannediyorlardı.
17 bin Filistinli ve Lübnanlı çocuk öldürerek kendilerini yaşatacağına inananlar, Mekke müşriklerinin Mekke’yi elden aldırmaları gibi, işgalci Siyonistler de Kudüs’ten temizlenecekleri günleri kendileri hızlandırıyorlar.
Bilal-i Habeşi gibi, müşriklerin elinde köle iken, değeri deve kadar bile olmayanlara işkence ederek başarılı olacaklarına inanan Mekke devleti yöneticileri, ülkelerinden sürüp çıkardıkları Muhammed aleyhisselamın bir gün Mekke’yi kuşatıp, onların ellerini kılıçlarına gitmesine bile fırsat vermeden fethedince anladılar ki, şiddet, baskı, eziyet, işkence… gibi İslam’a ve insanlığa sığmayan bu baskılar, Müslümanları yok etmiyor, aksine çoğaltıyor.
Mekke’yi fethederken, Peygamberimiz tam 10.000 kişilik ordu hazırlıyor.
Sahabe, telaşla ne olacak diye soruyor.
Bunu Hz. Aişe validemiz ve Hz. Ebubekir dahi bilmiyor.
İki gün çalışıp saf bağlama şekilleri öğretiliyor.
Peygamber (s.a.v.), Mekke’nin tersi istikamete doğru yola çıkıyor.
Sonra Mekke’ye doğru dönüyor.
Fakat bazılarının aklına Mekke’ye gideceği gelmiş.
Meselâ Bedir gazisi Hatip, İbnü Ebi Beltea (r.a.), “Olsa olsa Mekke’ye gider” demiş. Oradaki adamlara, akrabalarına tedbir almaları için bir kadınla mektup yolluyor.
Peygamberimiz Hz. Ali’yi (r.a.) gönderip yolda kadını yakalatıp saçlarının arasından mektubu aldırtıyor.
Fakat kadın salıveriliyor.........