“Kurumların Amacı-III” yazısı şöyle başlıyordu:
“İnsanın belirgin olan, hatta varlığının göstergesi şeklinde tezahür eden, inanma, duyma ve düşünme yetileri, kendi mahiyetlerinin zorunlu bir gereği olarak somutlaştıklarında, eş deyişle gerçekliğe dönüştüklerinde, onlar “kurum” olarak adlandırılmışlar ya da tanımlanmışlardır. Bir başka ifadeyle, inanma, duyma ve düşünme yetileri, zaman ve mekân unsurları aracılığıyla somutlaşıp gerçeklik olarak ortaya çıkarlar. İnanma, duyma ve düşünme yetilerinin birbirleriyle bağıntıları, birbirlerini temellendirme ve etkileme konularının irdelenip tartışılması bir tarafa, felsefenin kullandığı “töz” (cevher) veya “öz” kavramını ödünç alarak nitelendirebiliriz.
Böylece özün, zaman ve mekân şartlarında somutlaşıp gerçekleşmesi muhtelif görünüşlerde ve çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilirler. “Kurum” kavramıyla ifade edilmek istenen de budur.”
Burada “öz” veya” temel ilke” şeklinde tanımladığımız şeyin, düşünce tarihinde farklı kavramlarla ifade edildiği tespit edilebilir. Sözgelimi Hegel, sanat, din, felsefe adlandırmasından hareketle, bunların varlıklarının sürekliliğinden söz eder. Bunların gerçekleşmelerinin bir göstergesi olan, mesela devlet gibi, olgu ya da........