Filistin sorunu ve kötülüğün gücü*

I.

7 Ekim’den itibaren İsrail örgütü yönetimince şiddet ve yoğunluğu hafifletilmeksizin sürdürülen Gazze’nin bombalanması Filistin Sorunu bağlamının dışında değildir. Oysa, görülebildiği üzere, özellikle Amerika ve Avrupa yönetimleri, basın-yayın organları tarafından “Gazze bombalanması” şeklinde adlandırılarak, dünya kamuoyuna yerleştirmeye çalışılmaktadır adeta. Elbette Gazze’nin bombalanması başlı başına bir vahşet, bilerek-isteyerek kin ve düşmanlıkla yapılan bir katliam, hatta “soykırım” (holocaust, genocide) niteliğindedir. Ancak yapılmakta olan katliam, kendi içinde engel olarak gördüğü birtakım hedefleri öncelemektir. Bunlardan birisi, belki de, İsrail örgütü yönetimince öncelik verilen çocuk ve kadın nüfustur. En basitinden, bugün zulmü, işkenceyi, acıyı, yoksunlukları ve yoksullukları yaşayıp algılayan bir çocuk, gelecekte, bunları kendisine yapanı daha iyi anlayarak değerlendirecek ve ona göre bir yol ve tavır alacaktır. Dolayısıyla Filistin sorununun ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini, kendi varlığı ve hayatının anlam ve önemini daha açık bir şeklide anlayacak ve sürdürecektir. Aynı durum kadınlar için de söz konusudur. Üstelik, o çocuğu dünyaya getiren ve birtakım değerlerin kazanılmasında duyarlık birikimini aktarandır. Bu bakımdan Gazze’nin bombalanması, sadece bir çatışma ya da savaş sürecinde gerçekleşen aşırıya kaçmış eylemler gibi değerlendirilmemelidir, değerlendirilemezler de.

Meydana gelen dramları, hatta trajedileri burada tekrar hatırlatmak, tasvir etmek değildir asıl maksat. Ancak, elbette dramlar, trajediler, acılar, zulümler, vahşilikler, ilkellikler anlatılmalı, ciddi bir şekilde tesbitler yapılarak kayıt altına alınmalıdır. Aslında bunların nitelikli bir tarzda çok az yapıldığını da bu arada belirtmek yerinde olur. Nitelikli tarzla kastettiğim, sanat ve edebiyat başta olmak üzere, sosyal bilimlerin çeşitli kollarına dayanarak gerçekleştirilecek bilimsel araştırmalar, incelemeler, alan çalışmaları, monografilerdir. Sınırlı da olsa, belki bu türden çalışmalar yapılmıştır, ama bilim dünyasına yeterince aktarılıp aktarılmadığı konusunda, az da olsa bilgiye sahip değiliz. Kendi adıma, yetersizlik duyuyorum. Edebiyat alanında birkaç şairin adını ve çevrilmiş bazı şiirlerini biliyoruz.

Yazıyı, kuramsal ya da soyut denebilecek bir yaklaşım temelinde geliştirmeye çalışacağım. Bunu yaparken, daha önce yayınlanmış iki yazıdan yararlanacağım.

Kapitalizm olarak adlandırılan keyfiyetin üzerinde, en azından ondokuzuncu yüzyıldan beri, çok yönlü bir tartışma sürdürülegelmiştir. Ancak bu tartışmalar, somut, sınırları belirlenmiş, nitelik ve özellikleri açık bir şekilde ortaya konulmuş bir tema üzerinde değil, adeta tartışmanın değişen konusu çerçevesinde yer alan her bir tarafın kendi algılayışı, kavrayışı, o konu veya temaya bakışı temelinde gerçekleşmiştir, denebilir. Sözgelimi, on beşinci yüzyılda insan, toplum, iktidar ve uygarlık vb. olgular üzerinde tahlili açıklama yolunu izleyen İbn Haldun’u münferit bir adım sayarak, genel olarak onyedinci yüzyıldan itibaren temelleri belirmeye başlayan iktisat biliminin bakış açısından düşünelim. İnsan, temel ihtiyaçlarını gidermek için giriştiği faaliyetlerinde, bir başka güç tarafından engellenmesin. Bu faaliyetlerin dayandığı bir takım ilkeler, yasalar, kurallar bulunmaktadır. Özellikle, toplumun siyasal örgütlenmesinden kaynaklanan bir otorite, bu faaliyetlere kesin olarak müdahil olmasın! Bu ve benzer görüşler belli bir başlık altında bir araya getirilmek istendiğinde, bu “Liberalizm” adını alacaktır. Kuşkusuz, kabaca ifade edilen bu kavramın oluşmasını sağlayan, birbirinden bağımsız gibi görünen birçok unsur söz konusudur. Toplum içinde yaşamak durumunda olan birey bakımından bunun anlamı farklılık gösterdiği gibi, siyasal alanda gerçekleşmesiyse farklı bir anlam ifade edecektir. Dünya görüşü anlamında kullanıldığında da yine farklı bir düzlem ve amaç söz konusu olacaktır. Fakat, son çözümlemede, liberalizm, hiçbir tereddüt taşımadan “kapitalizm” ile eş anlamlı kullanılacaktır. Daha doğrusu, Kapitalizm olarak adlandırılan şey, kendini bu görünüm içinde sunmaktan çekinmeyecektir. Dünya görüşü ya da “ideoloji” bağlamında ise, oldukça muğlak bir yöntem ve tanımlama yolu tercih ettiği için, açık ve belirgin bir kimlik tespitine imkan vermeyecektir. Yakından bakılıp incelenmek istendiğinde, daima kayan ve aydınlatılmağa çalışıldığında karanlığa bürünen bir keyfiyet söz konusudur.

Bununla birlikte, en belirgin ve en iddialı alan olarak........

© Milli Gazete