H.Ç. anlatıyor:
“Bize hep davadan, kavgadan bahsettiler. Seyyit Kutup’un “Fi Zilal’il Kur’an” tefsirini okumuş Mevdudi’nin “Tefhim’ul Kur’an”ına geçmiştik. “Siz önden gidin biz arkadan yetişiriz” dediler. O vakitler Mevlana’nın pergel metaforu yoktu. Paraşüt kanaatler vardı. Ayaklar yere basmıyordu. Ayaklar boşlukta, akıllar bir karış havada idi. Saatler geçmesine rağmen bize “siz gidin biz geliriz” diyenler, bir türlü gelmemişti. Sonradan öğrendik ki bu zevat bedenlerini ara sokaklardan çekip şehrin merkezine yerleşmişlerdi. Güzel yerlerde geziyor, güzel giyiniyor, hiç tadılmamış şeyleri tadıyorlardı. Bizi kavgaya sürdüler kendileri yeni tatlar keşfetmenin peşine düştüler. Edebiyatla yakından ilgilenmeye başladığımda bizim başımıza gelen şeyin merhum Cahit Zarifoğlu’nun başına gelen şeyden farklı olmadığını görmüş oldum. Meğer bir metafora kurban gitmişiz. Zarifoğlu mahalle arkadaşlarıyla öteki mahalleden birileriyle dövüşmeye gittiğinde nasıl arkasını döndüğünde yapayalnız bırakıldığını anlamış ve bir araba sopa yemişse biz de aynısını yaşadık. Bizi tanımadığımız, yüzüne bakmadığımız insanlarla dövüştürdüler. Zarifoğlu’nun kendi kandırılmışlığını anlatırken söylediği şu sözleri ömrüm boyunca unutamam: “…Bakındım, neredeydi arkadaşlarım. Hiçbiri yoktu. On beş kişiden fazlaydık ve hiç gelmemişler gibi yoktular. Yıllarca hiçbir grubun içine girmemekte daha haklı olur muydum?”
A.H. anlatıyor:
“Kayıt dışı edebiyatçılık diye bir şey var mıdır bilmiyorum. Yazı dünyasına baktığımızda böyle bir tabirin cuk oturduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle edebiyatın şahsi, kişisel bir çabanın ürünü olduğunu söylemeliyim. Birilerinin omuzlarına çıkarak, sırtına binerek, peşine takılarak edebi anlamda bir yerlere gelinemez. Sadece müstefit veya yancı olunabilir. Bugünkü manzara ne yazık ki bu gerçekle didişip ona meydan okumaya çalışan bir manzara. Üç beş haftada şair, beş altı haftada öykücü ya da romancı olabilirsiniz. Üstelik bu hızlandırılmış usullerle yazar olduğunu sanan kişilerin hak etmedikleri abartılı özgüvenini görünce dumura uğrarsınız. Şiir yazılan bir şey mi yoksa yapılan bir şey midir? Bu tartışmayı şimdilik bir kenara bırakalım. Asıl soru şu: Şairlik olunan bir şey mi yoksa yapılan bir şey midir? Aynı soruyu öykü, deneme gibi diğer dallar için de sorabilirsiniz.”
C.C. anlatıyor:
“Edebiyat dünyası vefasızlık anıtı dikilse yeridir. Hem öyle bir anıt olsun ki önünden geçenler eğilmeden bu anıtı göremeyecek olsunlar. Yani kibir kıran mimarisi gibi bir şey olsun. Hiç unutmuyorum Anadolu’nun küçük bir kasabasında yaşayan bir genç edebiyatçı ile tanışmıştım yıllar önce. Kendi ifadesiyle bulunduğu yerde debelenip duruyordu ve bu durumundan şikâyetçi idi. Karşıya geçmek istiyor, fakat ne cesareti ne de bunu yapmak için imkânı vardı. Heveslerinin ortasından gümrah bir dere geçiyordu. Geçerken ayağı kayıp da azgın sular kendisini alıp götürmesin diye gözleriyle yalvararak, “Elimden tutar mısın abi?” demişti. Elimden sımsıkı tutmasını söylemiştim. Kendisini salimen karşıya geçirir geçirmez hiç beklemediğim bir hareket yaptı ve karnıma diz vurarak beni derenin sularına itekledi. Allah’tan ki yüzme biliyordum, kendimi güç bela kurtarabildim. O gün bugündür nerede yeni yetme bir edebiyatçı görsem, dereyi görmeden paçayı sıvarım.”
P.T.T. anlatıyor:
“Edebiyatçının edebiyatçı ile bisküvi dükkânı açması çok hayırlı ve bir o kadar faziletlidir dediler. İyi öyleyse dedim. Aklıma hemen Oğuz Atay, Wirginia Woolf, Neruda, Ezra Pound, İlhami Çiçek ve Nilgün Marmara gibi edebiyatçılar geldi. Fakat bu isimlerin hepsinin çoktan vefat ettiklerini hatırladım. Yaşayan edebiyatçılardan gelecek ilk teklifi kabul edecektim. Öyle yaptım. Neomı Youtku herkesten hızlı davrandı. Kaparo olarak üç şiirini masanın üzerine bırakarak çıkıp gitti. Bisküvi işine girmiştik. Bizimle beraber hisse ortağımız olan sekiz kişi daha vardı. Her şey tamamdı, fakat firmaya bir isim bulmak gerekiyordu. Ben kafiye tadı versin diye bol kivi katkılı bisküvi firmamıza “KİVİ BÜSKİVİ” adının verilmesini teklif etmiştim. Neomı ve firmanın hissedarları (dar bir hisse ile firmaya katıldıkları için bu kişilere hissedar diyorduk) ise Neomı Bisküvi ismini uygun görmüşlerdi. Bunda ısrar ettiler ve çoğunluğa uyuldu. Her şey tam yolunda gidiyor derken şirkette birden Kaymaklı Bisküvi krizi patlak vermişti. Neomı firmanın ismini ben verdim diye bütün kaymaklı bisküvilerin kaymaklarını yalayıp bitirmişti. Kaymaklı bisküvinin kaymağı gitmiş sadece adı kalmıştı. Uzun tartışmalardan sonra Neomı kendini şu tarihi cümle ile savunmuştu: “İsim koyan kaymak yalar!” Şimdi bu yaşadığım tecrübe aklıma geldikçe keşke derim bisküvi dükkânı açacağıma Ezra Pound’un bir “Göl Adası”nda faaliyete geçirmek istediği gibi “tütüncü dükkânı” açmış olsaydım!”
İleri Gidenler Geride Kalanları Anlatıyor
18
2
08.06.2023
H.Ç. anlatıyor:
“Bize hep davadan, kavgadan bahsettiler. Seyyit Kutup’un “Fi Zilal’il Kur’an” tefsirini okumuş Mevdudi’nin “Tefhim’ul Kur’an”ına geçmiştik. “Siz önden gidin biz arkadan yetişiriz” dediler. O vakitler Mevlana’nın pergel metaforu yoktu. Paraşüt kanaatler vardı. Ayaklar yere basmıyordu. Ayaklar boşlukta, akıllar bir karış havada idi. Saatler geçmesine rağmen bize “siz gidin biz geliriz” diyenler, bir türlü gelmemişti. Sonradan öğrendik ki bu zevat bedenlerini ara sokaklardan çekip şehrin merkezine yerleşmişlerdi. Güzel yerlerde geziyor, güzel giyiniyor, hiç tadılmamış şeyleri tadıyorlardı. Bizi kavgaya sürdüler kendileri yeni tatlar keşfetmenin peşine düştüler. Edebiyatla yakından ilgilenmeye başladığımda bizim başımıza gelen şeyin merhum Cahit Zarifoğlu’nun başına gelen şeyden farklı olmadığını görmüş oldum. Meğer bir metafora kurban gitmişiz. Zarifoğlu mahalle arkadaşlarıyla öteki mahalleden birileriyle dövüşmeye gittiğinde nasıl arkasını döndüğünde yapayalnız bırakıldığını anlamış ve bir araba sopa yemişse biz de aynısını yaşadık. Bizi tanımadığımız, yüzüne bakmadığımız insanlarla dövüştürdüler. Zarifoğlu’nun kendi kandırılmışlığını anlatırken söylediği şu sözleri ömrüm boyunca unutamam: “…Bakındım, neredeydi arkadaşlarım. Hiçbiri yoktu. On beş kişiden fazlaydık ve hiç gelmemişler gibi yoktular. Yıllarca hiçbir grubun içine girmemekte daha haklı olur muydum?”
A.H. anlatıyor:
“Kayıt dışı edebiyatçılık diye bir şey var mıdır bilmiyorum. Yazı dünyasına baktığımızda böyle bir tabirin cuk oturduğunu........
© Milli Gazete
visit website