Alimler ölümü ikiye ayırmışlardır. İlki herkesin ecelinin gelmesi suretiyle Azrail’e (a.s) ruhunu teslim etmesi olan ızdırari ölüm, diğeri de kişinin nefsini ruhuna esir etmesi, onu hayır yollarında, Allah Teala’nın emirleri ve sevdiği şeyler doğrultusunda kullanması olan ihtiyari ölümdür. Izdırari ölüm herkes tarafından tadılacaktır. Nitekim âyet-i kerîmede ‘’ Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.’’[1] buyrulmuştur. İhtiyari ölüm ise erlerin işidir. Nefsini tezkiyeye muvaffak olan bu kimseler, ızdırari ölüm kapılarını çaldığında hadiseyi Hz. Mevlâna (k.s) gibi ‘’şeb-i arus/düğün gecesi’’ olarak telakki edeceklerdir.
Efendimiz (s.a.v) bir gün sahabeden Talha b. Ubeydullah (r.anh) ı gördüğünde onun hakkında şöyle buyurmuştur: ‘’ (Talha) yeryüzünde yürüyen bir şehiddir.’’ Es-Sündî (r.aleyh) bu hadîs-i şerîfin şerhinde şöyle demiştir: ‘’ Denilmiştir ki: O (Talha b. Ubeydullah) daha hayattayken Allah yolunda ölümü tatmıştı. Nitekim bu mânada ‘’Ölmeden önce ölünüz.’’ denilmiştir. Ya da şöyle denmiştir: O, Allah yolunda katlandığı sıkıntılarla sanki ölümü tatmıştı.’’[2] Kişinin bu yüce dereceye erişmesi hiç kolay değildir. Daha hayattayken şehid olarak isimlendirilmek, ölmeden önce ölmek, ihtiyari ölümü sağlayarak ızdırari ölümü bir düğün gecesi olarak telakki etmek büyük himmeti gerektirmektedir. Tarih boyunca müslümanları zaferden zafere koşturan büyük komutanların da ‘’yaşayan şehid’’ vasfını elde etmiş, dolayısıyla göz kırpmadan ızdırari ölüme yürüyen kimseler olduğu aşikardır. Şöyle ki yere çakılanın gökten haberi olmaz. Semadan........