İstiğfara Sarılalım

İnsanın gündelik yaşam içerisinde iradi- gayriiradi hataya düşmesi olağandır ve tabidir. Nitekim ‘’insan’’ kelimesinin kökeni hususunda dillendirilen anlamlardan biri de ‘’nisyan/unutmak’’ şeklindedir. İnsan çok çabuk, sorumluluklarını unutabilir, bundan ötürü Kur’ân’ın diğer bir adı da ‘’zikir’’dir. Yani insana ne olduğunu, Rabbine karşı sorumluluklarını hatırlatır. Bu noktada istiğfar konusu oldukça önemlidir. Rabbimizden sürekli mağfiret dilemek, rızasını arzu ettiğimizi beyan etmek kulluk görevlerimizden olup insanlığımızı ispat ettiğimiz noktadır.

Cenâb-ı Hakk takva sahiplerinin vasıflarını sayarken şöyle buyurur: ‘’ Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları, yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.’’[1]

Demek ki, günaha düşmek, hatalı işlere bulaşmak kul için olası bir durumdur. Ama kul bu noktada ısrar etmemelidir. Hemen Cenâb-ı Hakk’a yönelip af ve mağfiret dilemelidir. Cenâb-ı Hakk’ın başta Ğaffâr ve Settâr olmak üzere birçok ismi, karşılıksız kalamayacağından ötürü kişi hataya düştüğünde asla ümitsizliğe kapılmamalı Rabbimizin affedici ve ayıpları örtücü olduğunu hatırlamalıdır. Çünkü kafirlerden başka kimse Allah Teala’nın rahmetinden ümidini kesmez.[2] İstiğfarın önemi noktasında Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz de şöyle buyurmuştur: ‘’ Allâh Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi: Sen içlerinde oldukça Allah onlara azap etmez, tövbe edip dururken de Allah onlara yine azap etmeyecektir. (Enfâl, 33) Ben........

© Milli Gazete