Okunuyor ama yaşanmıyor: Kur'an'la ilişkimiz nasıl bu hale geldi?
Kur’an ile olan ilişkimiz, bir “terk ediş” hikâyesi değildir; aksine, bu çok daha karmaşık ve trajik bir “başkalaşım” hikâyesidir. Yazıda da vurgulandığı gibi, Müslümanların kutsal kitaplarına olan teslimiyetlerinde zedelenme olsa da mutlak bir kesinti olmamıştır. Ancak bu teslimiyetin niteliği, “hayatı inşa eden bir özne”den, “kutsanan bir nesne”ye doğru evrilmiştir. Bu durum, sadece teolojik bir sapma değil, aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik bir kaçışın da itirafıdır.
Kur’an’ın ilk indiği dönemdeki devrimci niteliği, insanı harekete geçiren, sosyal hayatı düzenleyen ve "faal akla" hitap eden yapısından geliyordu. O, durağan bir metin değil, hayatın içinde akan bir nehirdi. Ancak zamanla bu nehrin önü kesildi ve suyu durgunlaştı.
Müslüman zihni, hayatın pratik sorunlarını çözen o dinamik diyalogdan koptuğunda, boşluğu “irrasyonel ve mistik” olanla doldurdu. Kitap, “anlaşılmak ve yaşanmak” için değil, “bakılmak ve dokunulmak” için var olan bir nesneye dönüştü. Eşyanın hakikatini gösteren bir rehber, eşyaların en kutsalı haline gelerek rafların en yükseğine, ama hayatın en uzağına kaldırıldı.
Hz. Ali’nin (r.a.) “İlim........© Milli Gazete





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein