Avrupa’da çöküşün sorumlusu göç politikaları mı?

ABD’nin son Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, Trump’ın kendine has kovboyvari üslubuna uygun olacak bir şekilde diplomatik teamül ve nezaketten yoksun bir formatta Avrupa’ya yönelik mesajlarıyla da gündeme geldi. Avrupa’nın göç politikaları nedeniyle “medeniyet kaybı (erimesi)” riskiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan metin, göçün iktisadi ve/veya sosyal etkilerinin ötesinde Avrupa’nın geleceği için varoluşsal bir tehdit oduğunu ilan etmiş oldu.

Her ne kadar Avrupa’da liderler ve kurumlar düzeyinde belgeye dönük eleştiriler getirilse de esasında metnin Avrupa’ya hakim hale gelmeye başlayan siyasi eğilimlerin bir yansıması olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bununla birlikte göçü Avrupa’nın geleceği açısından tehdit unsuru olarak gösterme konusu da tarihsel ve ahlaki körlüğün alameti olarak sayılmalıdır.

Evet, bugün 300 milyonu aşkın bir nüfusa hitap edecek şekilde uluslararası göç oranları belki de insanlık tarihinin zirvesini yaşamaktadır. Dahası yarının bugünden daha iyi olmayacağı konusunda da adeta bir konsensüs bulunmaktadır. Dolayısıyla göç oranlarında çok daha büyük bir hareketlilik yaşanması muhtemel gelişme olarak beklenmektedir.

Peki ama biz bu veriyi baz aldığımızda göçü mü düşmanlaştırmalıyız, yoksa göçe neden olan etmenleri mi?

Bir hakikat olarak biliyoruz ki; bugün milyonlarca insanı yerinden, yurdundan ayrılmak durumunda bırakan göç süreçlerinin arkasında ABD’nin ve AB’nin inşa ettiği zulüm düzeni yatmaktadır. Göç........

© Milli Gazete