Bir “sosyal patlama” lafı söylenir durur öteden beri. Yaşanan kötü olaylar, gelişmeler ve genel anlamda gidişata bakılarak durumun “sosyal patlama”ya doğru evrilebileceğinden dem vurulur.
Ancak bir türlü bu “sosyal patlama”dan neyin kastedildiği tam olarak belirtilmez. Gayet muğlak, belli belirsiz bir şeydir aslında kastedilen. Ne olursa, neler yaşanırsa “sosyal patlama” olarak kabul edileceği ve nelerin bu kapsama girmeyeceği bilinmez.
Muhtemelen “Arjantin örneği” bu konuda bir ölçüt olarak alınır. Yani, mütemadiyen ekonomik krizlerle boğuşan, yönetici kesiminin her türlü yolsuzluğa bulaştığı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin keskin olduğu bir yerdir Arjantin ve “gelişmekte olan ülke” vasfıyla da, tüm sahip olduğu potansiyeline rağmen bir türlü “gelişmiş ülke” sınıfına geçememesiyle de, “orta gelir tuzağını” aşamamasıyla da Türkiye’yle benzeşir.
Kamuoyunun “sosyal patlama”dan anladığı da, Arjantin’de dönem dönem görülen ekonomik kriz kaynaklı sokak gösterileri, şiddet olayları ve “banka basma” türünden hadiselerdir. Önümüzdeki tek kriter de zannımca budur.
Halbuki, 80’ sonrası önce ekonomik sonra da siyasi düzlemde emperyalizmin ve kapitalizmin dümen suyuna sokulan Türkiye, dengesiz ekonomisiyle ve en vicdansız kapitalisti bile masum gösterecek denli vahşi kapitalist politikalarıyla geniş halk yığınlarını, bir avuç “kaymak tabaka”ya ve bir grup faizciye, rantiyeye boğdurmaktadır.
2000’li yıllardan itibaren, daha da ağırlaşan........