“Yeniden Doğan Bebek Çetesi” gündemi, bir güzel unutturulmuşken…
İzmir’den en büyüğü beş yaşındaki beş bebeğimizin, elektrikli sobanın devrilmesi sonucu çıkan yangında hayatlarını kaybettiği haberi geliyor…
En küçüğü 1, en büyüğü 5 yaşında bebekler…
Babaları, hırsızlık vesaire suçlardan cezaevinde, anneleri kâğıt toplayarak, başka işler yaparak eve ekmek götürmeye çalışıyor…
Anneleri, her evden çıkışında, kendince tedbir alıyor, kapı kolunu çekerek bebekleri dışarı çıkamaz hale getiriyor.
Soba devriliyor ve olanlar oluyor.
Haberler “acı” yüklü;
“Çocuklarını kaybeden anne Melisa Sinem Akcan ve tutuklu baba Hakan Akcan, verilen izinle cenazeye katıldı, göz yaşları sel oldu!”
Ayrıntıları bilemiyoruz, yürek yakan hadisenin arkasından neler çıkar bilemiyoruz.
Hepimizin bildiği bir gerçek var:
Bebeklerimizi koruyamıyoruz, hatta korumuyoruz!
Bunda hepimizin sorumluluğu var, bunu da biliyoruz.
Şimdi bu yürek yakan hadiseden, yetkililerin ne kadar sorumlu olduğu tartışılıyor.
Ben de, bu tartışmaya bir katkı sunmak için, 60 sene kadar önce yaşadıklarımı anlatayım diyorum.
Ben, bebek…
Ablam da bebek.
İkimiz, Almanya’daki bir evde.
Yapayalnız!
Annem ve merhum Babam ilk gurbetçilerden.
Ablam burada doğuyor, çalışmak için gittikleri Almanya’ya götürüyorlar.
Orada ben dünyaya geliyorum, yıl 1965.
Evde iki bebek, ablam ve ben.
Annem ve Merhum Babam çalışıyor.
Şartlar çok zorlu, yaşadıkları tek göz evde tuvalet bile yok.
Af edersiniz, hacetler bir........