Okumak, Anlamak, Anlatmak |
Kıymet vermek için anlamak gerekir; anlamanın yolu ise okumaktır. Hayat okumak ile bağlanır insana. Dünya kapılarını okumakla açar, gizemlerini okumakla görünür kılar. Duyularımız bir bakıma okumaya ayarlanmıştır. Göz görüntüleri satır satır okur, hıfzeder, içselleştirdiği mekanları özleme dönüştürür. Kulak ezgiyi yakalamak için sesin peşinden gider. Sevdiği, sevmediği müzikleri öylece ayırt eder. Kabalıklarından onunla uzaklaşır, inceliklerine onunla yaklaşır. Ten yüzeyi okur. Serinliğin, yumuşaklığın peşinden gider. Kavurucu sıcaktan o bilgiyle uzak durmaya gayret gösterir, azgın soğuklardan da öyle. Burunlarımızın çiçek kokusunu sevmesi koku okuyuculuğuna dairdir. Pis kokulardan uzak durmak da öyle… Besin okuyucusu olmasak lezzetli yemeklerin peşinden gider miydik bilinmez. Ama okumanın en çok işe yaradığı yer zihindir. Orada, uzakta, aydınlanmayı bekleyen sayısız kuytuluk vardır. İnsanlığın keşfetmediği yerler gibi, bulundukları yerde sessizce dururlar. Sonra bir gün, bir okuma onların üzerine bilginin ışığını ağar, cehalet buzları çözülür, karanlıklar kenara çekilir ve birbirinden çekici harika manzaralar çıkar ortaya. Bununla birlikte okumak en çok zihne yakışıyor. En çok onunla uyumlu, en çok ona ayarlı... Belki de bu sebepten, insanlığın tarihi sadece bilincin tarihi olsaydı gelişmiş olan toplumlar ile geride kalanları ayıran mutlak çizgi okumak olurdu. Yazık ki işin içine kurnazlıklar, entrikalar, kayırmacılıklar, ayak kaydırmalar, siyaset oyunları, kıskançlıklar, ihanetler girince işin seyri değişiyor. Okuma kesintiye uğruyor, anlama kısa devre yapıyor ve iyi insan ile kötüsü, makbul toplum ile olmayanı birbirinden ayırmak güçleşiyor.
Okumak öznenin nesneye yöneliş kipidir. Durağanlığın ortasına yerleştirilmiş harekettir. Anlamak o hareketin rastladıklarını kayıt altına alması,........