Hayat karmaşıklaştıkça istikamet de belirginliğini yitiriyor. Araçların sayısı arttıkça hayatın amacı önce uzaklaşıyor, sonra büsbütün görünmez oluyor. Dolambaçlı yollar her zaman menzile geç vardırır. İnişli çıkışlı hayatlar her zaman insanı daha çok yorar. Keyifli olmasa bile düz bir yolda gitmek, daima daha güven vericidir. Tali yolların sayısı ne kadar fazlaysa ana yoldan çıkma ihtimali o denli artar. Sözün bu noktasında sorulacak asıl soru şudur: Hayatı boyunca belirlediği hedefe hiç yalpalamadan varan kaç kişi vardır? Karakterini oluşturduğu, kendine ait bir iç evren kurduğu andan itibaren sağa sola sapmadan, geri adım atsa bile yolunu değiştirmeden ilerleyen ve yolculuğunu daha baştan, en başından belirlediği noktada sonlandıran kaç kişi vardır? Kısa süreliğine de olsa kaç kişinin yüzü, nefret ettiklerinin yüzüne benzememiştir?
Başkalarıyla girilen bir imtihan gibi görünse de hayat en çok insanı kendiyle sınıyor. Ne kadar büyük bir ego inşa etse de defalarca kendini inkar etmek insana mahsus. Şahsen ben, ilk gençlik yıllarımdan başlayarak iç dünyamda oluşturduğum kusursuz teorinin pratiğini bırakın bir ömür sürdürmeyi, defalarca çiğneyerek olmasını istediğim yönün tam tersine sayısız kere gitmiş, aynı yere dönmüş olsam bile onda ciddi revizyonlar yapmak zorunda kalmışımdır. Sadece inanç, ahlak, dünya görüşü bakımından değil, psikolojik olarak bile belirlediğin teorinin mutlak pratiklerini gerçekleştiremiyor insan. Belki bir zamanlar, araçlar ile amaçlar yan yana dururken, orada, o şekil görüntü alanında kendilerini gösterirken istikrarlı olmak biraz daha kolaydı. Ancak günümüzde kendine verdiğin sözün arkasında durmak, kendini inşa ettiğin şekilde muhafaza etmek o kadar zor ki! Hangi resmimiz birbirine benziyor?
Kitlesel aklın sıklıkla kullandığı bir tabir var: Kınadığı şey, başına gelmeden ölmez insan. Eleştirdiğin her ne varsa, bir gün mutlaka........