menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Önder Özden yazdı: Yalnızlık siyasetinden birlikte yürümenin hakikatine

15 4
13.12.2025

Hannah Arendt, totaliter Almanya’nın dünyaya büyük bir yıkım getiren deneyimini ele aldığında baskının kalbindeki psikolojik bir mekanizmanın varlığının da altını çiziyordu. Sadece şiddetin işleyişine değil, aynı zamanda bireylerin kendilerini bulduğu özgün hali de totalitarizmin kökleri araştırmasının bir parçası yapmıştı. Bunu yaparken, yalnızlığı totaliter rejimler için nasıl güçlü bir araca dönüştüğünden bahsediyordu.

Arendt ayrımlarında titiz. Yalnızın iki görünümü olduğunu vurgulayıp kimsesizlik halini, tek başınalıktan ayırıyordu. Bu sadece anlamsal bir oyun değil; insanlık durumundaki temel bir fark. Arendt’e göre “kimsesizlik” hali, bir tür yoksunluğu imler. İnsanlar diğer insanlarla olan tüm bağlarından ve çevrelerindeki dünyadan izole edildiklerinde, çapalarını kaybeder. İnsanlar ne kadar yalnızlaşırsa, dünyalarından ne kadar koparılır veya kesilip atılırlarsa, o derece boşlukta kalır.

Bu kopuşla tehlikeli bir dönüşüme de kapı aralanır. Bir topluluğun denge ve denetiminden yoksun kalan yalnız birey, totaliter ideolojileri dinlemeye daha ayarlı hale gelir. Kendi zihinlerinde kurguladıkları ve yarattıkları gerçekliğe, bir bakıma daha fazla uyumlanırlar. Kişi paylaşılan dünyadan – yani varlığı genellikle başkalarının mevcudiyetiyle doğrulanan dünyadan – koptuğunda, bir tutarlılık arzulamaya başlar. Gerçek dünya karmaşık ve çelişkilidir; ancak totaliter ideolojinin yarattığı dünya görüşünün kurgusal tutarlılığı, rahatlatıcı ve mantıksal bir yapı sunar. Dünyalarından ne kadar koparılırlarsa, bu kurguya o kadar çok inanırlar.

Ancak Arendt bize, yalnızlığın diğer bir yüzü olan tek başınalığın farklı bir deneyim sunduğunu da hatırlatır. Kendi kendine kalabilme yetisinden övgüyle bahseder. Herkesin toplumsal yaşamdan geri adım atacağı, kamusal hayattan çekileceği, kendi üzerine düşüneceği bir yere ihtiyacı vardır. Tek başınalıkta kişi kendi kendisiyle sessiz bir diyaloğa girer; kendini belirli bir şekilde dinler. Burası vicdanın ve düşüncenin doğum yeridir. Aynı anda Arendt, bu tek başınalığın, ancak zaman zaman yalnız kalmayı seçen kişinin etrafındaki dünyayla bağlantılı olması durumunda bir anlam ifade ettiğinden de bahseder. Düşünmek için geri çekiliriz, böylece eylemek için geri dönebiliriz.

Totaliter rejimler bu dinamik üzerine oynar. Bu rejimler, insanların buluştuğu kamusal alanı ve........

© Medyascope