Önder Özden yazdı: Dedikodu ekonomisi ve Erdoğan döneminin sonu |
Dedikodu ışık hızından bile hızlı hareket ediyormuş gibi görünüyor. Anlık iletişimin yönettiği bir çağda, dedikodunun bir noktaya kadar kuantum mekaniğine gönderme yaptığı bile söylenebilir. Dünyanın bir köşesinde duyulan bir dedikodu daha ne olduğunu anlamadan, özellikle de içinde yaşadığımız teknolojik çağda, aynı dedikodunun yankısı başka bir kıtada dolaşıma girmiş oluyor. İletişimin anlık, sınırların geçirgen olduğu bu çağda dedikodu neredeyse hiçbir sürtünmeyle karşılaşmadan hareket ediyor. Serbestçe, zahmetsizce ve gecikmeden dünyayı bir uçtan diğer uca kat ediyor. Ne açık bir başlangıç noktası var, ne sabit bir güzergâhı ne de belirli bir varış yeri.
Bu hız yalnızca teknik bir olgu değil. Aynı zamanda politik ve etik bir meseleye de temas eder. Dedikodunun bir merkezi bulunmaz ve sorumlulukla ilişkisi yoktur. Tam da bu nedenle hızının ötesinde, dedikoduyu tanımlayan şey derin bir “yokluk”. Bu yokluk ona tuhaf bir güç kazandırır. Bir aktöre ya da özneye yaslanmadan var olur. İzin istemeden dolaşıma girer. Kendini tanıtmadan gelir. Bu anlamda dedikodu yalnızca ışıktan değil, sorumluluktan da hızlı.
Bu bakımdan dedikodu, kanaatten farklı. Bir görüş, kanaat yanlış ya da hatalı olsa bile, bir faili varsayar. “Ben böyle düşünüyorum” diyen ya da en azından sıkıştırıldığında söylediğinin arkasında durabilecek biri vardır. Görüş, örtük ya da açık biçimde, bir sorumluluk duygusu taşır. Birileri onu sahiplenir. Birileri onu dile getirirken risk alır.
Dedikoduda ise temel bir şey eksik. Bir faili yoktur; içeriğinin ya da sonuçlarının sorumluluğunu üstlenen kimse bulunmaz. Bu yokluk tesadüfi değil. Kurucu bir nitelik taşır. Dedikodu, yol boyunca bir şeylerin kaybolduğunu gösterir. Sorumluluk, sözler dolaştıkça buharlaşır. Geriye, herhangi bir yüze, sese ya da hesap verilebilir konuma bağlı olmayan, havada asılı bir anlatı kalır. Yüzü olmayan bir söylem…
Tam da bu nedenle dedikoduyla yüzleşmek son derece zor. Onunla doğrudan tartışılamaz, çünkü tartışılacak bir muhatap söz konusu değildir. Klasik anlamda çürütülemez, çünkü hakikati talep eden bir iddia olarak ortaya çıkmaz. Sadece dolaşır, birikir ve mutasyona uğrar.
Zaman zaman dedikodu, komplo teorilerine oldukça yakın bir yerde kendine yer bulur. Hatta bir ölçüde komplo teorilerinin, dedikodunun ya da söylentinin yoğunlaşmış bir biçimi olduğu söylenebilir. Bir bakıma aralarında belirli bir kesişim alanı bulunur. Her ikisi de şüpheyle, ima ile ve gizli bilgi vaadiyle işler. Her ikisi de belirsizlikten ve kaygıdan beslenir.
Ancak aralarında önemli bir fark var. Komplo teorilerinin, ne kadar irrasyonel ya da tehlikeli olurlarsa olsun, genellikle arkalarında bir tür fail bulunur. Dolaşımlarını belirli kaynaklara, ağlara ya da ideolojik projelere kadar izlemek mümkün. Belirli grupları hedef alırlar: Yahudiler, eşcinseller, göçmenler ve benzerleri. Çoğu zaman totaliter liderler ya da totaliter ideolojiler tarafından seferber edilir.
Komplo teorileri, olgusal hakikatin kırıntılarını bilinçli yalanlarla birleştirerek kurgusal bir gerçeklik üretir. Bu kurgusal gerçeklik masum değil........