Eski “Akil İnsanlar”ın gözünden yeni süreç (8) | Doğu Ergil: “PKK silah bırakıp kendisini lağvederse Erdoğan’ın bütün başarıyı sahiplendiğini görebiliriz”
Toplumsal örgütlenme, toplumsal değişimler ve siyasal oluşumlar üzerine çok sayıda çalışmaya imza atan Doğu Ergil, 1990’lı yıllarda örgütlü suç ve uluslararası terörizm üzerine çalışan Europe 2000’de yönetim kurulu üyeliği yaptı. Toplum Sorunlarını Araştırma Vakfı başkanlığı da yapan Ergil, Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Örgütü’nde de uzmanlar kurulunda görev aldı. 1995’te Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği adına hazırladığı “Doğu Raporu” çok tartışıldı. Bölgedeki ekonomik sorunlara ve Kürt gençlerindeki yabancılaşma duygusuna dikkat çeken Doğu Ergil, 2013’te oluşturulan Akil Heyet’te Doğu Anadolu Grubu’nda görev aldı. Ergil, Göksel Göksu’nun MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kapısını araladığı yeni sürece dair sorularını cevapladı.
Doğu Ergil: “Terörizmle ve bölücülükle mücadele” olarak adlandırılan ve anlamlandırılan “Kürt sorunu”, neredeyse 100 yıldır uygulanan yöntemlerle büyük ölçüde baskılanmış ve ülke içinde fazla zarar veremez hale getirilmişti. Bu nedenle, ülke içinde güvenlik açısından bir aciliyet yoktu. Diğer yandan iktidar bloku ve/veya güvenlik bürokrasisi, Ortadoğu’da hızla gelişen olayların muhtemel sonuçlarından türeyen bir güvenlik zafiyeti algıladı. Bu tehdidin en önemli aktörü olarak da Suriye kürtlerinin siyasal ve askeri örgütlenmesi olan PYD (Demokratik Birlik Partisi) ve SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) gördüler.
Bu işin dış yüzü. İç yüzü ise en kısa sürede anayasanın değiştirilmesi, başkanlık rejiminin kalıcılaştırılması ve anayasanın değiştirilerek cumhurbaşkanına bir daha seçilme hakkı sağlanması isteği. Meclis’te yetersiz olan sandalye sayısının, asgari şartlarda memnun edilen Kürt seçmenin desteğiyle DEM Parti aracılığıyla doldurulması amaçlanıyor.
Doğu Ergil: 100 yıldır Kürtler bir güvenlik (bölünme) tehdidi olarak görülmüş ve tanıtılmış. Bu tavır çok acıya ve kayıplara yol açmış. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi “düşmanla” bir anlaşmaya varmak ve belki bu anlaşma üzerinden kurumsal bir takım değişiklikler gerçekleştirmek, halka kolayca anlatılabilecek bir şey değil. Bu kadar kısa zaman içinde bu kadar radikal bir tavır değişikliği tabii ki dirençle karşılanacak. Bu direncin uyaracağı öfkeden Cumhurbaşkanı’nı korumak için onu arkada ve gölgede tutmak, iyi tasarlanmış bir taktik.
Onun yerine, olası bir uzlaşma sürecini şimdiye dek reddetmiş, “çözüm” adına bile itiraz etmiş, milliyetçiliğin simgesi olan bir parti önderini öne sürerek başlayan süreci yönetmek daha makul görülmüş olmalı. Ama, onun inisiyatifiyle bu süreç gerçekten ilan edilen sonuçla, yani PKK’nın önce silah bırakıp ondan sonra kendisini lağvetmesi ile sonuçlanırsa, mehter marşı ve belki de fetih duasıyla sayın Erdoğan’ın meydanlara çıkıp bütün başarıyı sahiplendiğini görebiliriz.
Doğu Ergil: Ülkenizde adı konmamış bir iç savaş yaşanıyorsa burada tabii ki bir iç düşman tanımlaması yapmanız lazım. Bu tanım yapıldı: Ülkenin bütünlüğüne kasteden ve onun bölünmesine neden olacak olan Kürtlerin silahlı örgütü PKK ve onu destekleyenler… Bu örgütün üyeleri yanında ona çeşitli biçimlerde destek verdiği iddia edilenler de şiddetle cezalandırıldı. Bu gerilim, sadece silahlı bir örgütle mücadele değildi, Kürtlerin çoğunlukta olduğu koca bir bölgeyi de kapsadı.
Bu süreçte neredeyse üç kuşak insan askere alındı. “Terörist, hain, bölücü” olarak nitelendirilen, yine vatandaşlarımızdan oluşan bir örgüt ve içinden çıktığı sosyal-kültürel çevre ile mücadeleye gönderildi. Bu mücadelede ölmek ve öldürmek vardı. O yüzden bu iki kavramın makulleştirilmesi, meşrulaştırılması lazımdı. Ölmek, “şehitlik” gibi dinimizde yüceltilen bir mertebe ile ödüllendirildi. Öldürmek de hainleri ortadan kaldırmak ve vatanseverliğin gereğini yerine getirmek olarak anlamlandırıldı.
Şimdi eğer bir çözüm olacaksa, karşımızdaki “düşman” artık tekrar vatandaşlık statüsüne geri dönecek; kuşkulanmaya koşullandırıldığımız bir halk da artık kardeşimiz olacak. Ne kadar değişeceğini bilmediğimiz şartlarda bundan böyle mutlu, mesut yaşayacağız. Türkiye yani iç cephe daha da güçlendirilmiş olacak. İç-düşmanımız yaşam ve dış düşmanla mücadele ortağımız olacak…
Bu olur mu? Ne kadar sürede olur? Olması için gereken siyasi, idari, hukuki, kültürel ve duygusal şartlar oluşturulur mu? Bilmiyoruz. Sürdürülen pazarlıkların içeriğinde bu soruların yanıtlarını bulamıyoruz.
Peki, ben ümitli miyim? Hayat felsefem açısından ümitsiz değilim........
© Medyascope
