menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cevat Düşün yazdı – Sürgünlük: Yurtsuzluğun çığlığı

16 1
11.10.2025

Eski bir gazeteci olarak, on yedi yıllık sürgünlüğün yankıları hâlâ içimde dolanıyor. Bu yazıyı yalnızca kendi hikâyemi anlatmak için değil, bizden koparılan bir ülkenin hafızasına dokunmak için yazmak istedim. Çünkü sürgün, sadece bir uzaklık değildir; bir dilin susması, bir kimliğin eksilmesi, bir belleğin yavaşça çözülmesidir.

Yakın gelecekte Türkiye, bu meseleyi yeniden konuşacak — konuşmalı da. Ama ben bu kez, sürgünü ne bir politik kaçış olarak ne de bir tarihsel zorunluluk olarak ele almak istiyorum.

Benim için sürgün, felsefi ve psikanalitik bir tecrübe, yani insanın kendi benliğinden, kendi geçmişinden, kendi yankısından kopma hâlidir. Çünkü Türkiye’nin, zorunlu ya da gönüllü olarak ülkesinden ayrılmış ama hâlâ kalbi orada atan yurtsuz çocukları var.

Onlar, memleketi pasaportlarında değil; dillerinde, rüyalarında, kaybolmuş bir sokak adında taşırlar. Ve hâlâ, ülke hasretiyle göçüp gidenlerin taşınmayı bekleyen mezarları vardır: Nazım Hikmet’in, Yılmaz Güney’in, Ahmet Kaya’nın…

Her biri, bir dönüşsüzlüğün, bir yarım kalmışlığın, bir hatırlama direnişinin simgesidir. Bu yazı, işte o büyük hasretin ve ruhsal sürgünlüğün önünde bir saygı duruşudur. Varlıklarıyla sürgünü bir direniş estetiğine, ölümleriyle bile dönüşün imkânsızlığına dönüştürmüş bu unutulmaz değerlere ithaf ediyorum. Sürgün, dışarıda değil; içimizdedir. Ve hakikati arayan herkes, bir gün kendi vatanından sürülür.

Hakikatin peşine düşen her insan, bir Prometheus’tur. Tanrılardan ateşi çalan o figür, aslında insan bilincinin en eski hikâyesidir: bilginin, farkındalığın ve özgürlüğün laneti. Çünkü her hakikat arayışı, düzenin konforunu bozar. Ve düzen, kendini tehdit eden her bilince zincir vurur.

Prometheus’un zincirleri, yalnızca bir mit değildir; bugünün ideolojilerinde, cemaatlerinde, medya dillerinde, hatta bireyin kendi zihninde hâlâ parlayan ateşi bastırmak için kullanılır. Kitleler o zincirlerle uyumlu yaşar, çünkü zincir, bir tür güvenliktir: düşünmenin, sorgulamanın, acı çekmenin yükünden kurtarır.

Ama Prometheus bilirdi: Ateş, yalnızca ısıtmaz — aydınlatır. Ve aydınlık, yalanı gösterir. İşte o yüzden, hakikat arayışı her çağda lanetlenmiştir. Çünkü yalanın krallığında ışık, ihanettir.

Bugünün Prometheusları artık dağ başına zincirlenmiyorlar; onlar sosyal medyada linç ediliyor, işlerinden atılıyor, ideolojik gruplar tarafından “hain” ya da “sapma” diye yaftalanıyorlar.

Ama kader aynı: Ateşi çalmak — ve bedelini ödemek. Psikanalitik düzeyde bu, insanın **“büyük Öteki”**yle çatışmasıdır. Lacan’ın deyişiyle, Öteki (otorite, Tanrı, lider, ideoloji) bize kim olduğumuzu söyler, arzularımızı biçimlendirir. Ama........

© Medyascope