Cevat Düşün yazdı: Barışta ısrar, insan olmakta ısrardır
İnsanlık, kendi tarihinin hem yazarı hem de mahkûmudur. Yüzyıllardır ilerlemenin yollarını ararken, aynı ölçüde kendi karanlık yanlarımızla da yüzleşmek zorunda kaldık: Korkularımızla, aidiyet arayışlarımızla, eksiklik duygularımızla ve çoğu zaman hakikatten kaçma eğilimimizle… Barış dediğimiz o kırılgan ideal ise, bu büyük insanlık macerasının en narin ama en vazgeçilmez kavşağı olarak varlığını hep korudu.
Ne var ki barış, çoğu zaman ideolojilerin değil; cesaretin, dürüstlüğün ve kendimizle yüzleşme iradesinin eseridir. Siyasi yapılar değişebilir, aktörler gelip geçebilir; fakat insanın derinlerinde saklı olan o arzu–korku–inanç kuvveti değişmez bir süreklilikle davranışlarımızı şekillendirmeye devam eder. Bir toplumun kaderi, çoğu zaman bu üç gücün nasıl yönetildiğine bağlıdır. Bugün Türkiye’nin içinden geçtiği süreç de tam olarak bu kırılgan eşiğin adıdır. Siyasi gürültülerin, ideolojik kalıpların, tarihsel travmaların ve ortak korkuların arasında bir yol arıyoruz: Hem kendimize hem birbirimize hem de geleceğe dair. İnsan değişmeden toplum değişmez; toplum değişmeden barış gelmez. Ve barışta ısrar, aslında insan olmakta ısrardır.
Bu yazıda bağnazlıklarımızı, korkularımızı, umutlarımızı ve politik gerçekliğimizi çıplaklaştırarak; aklın ve vicdanın penceresinden hem kendimize hem ülkemize hem de ortak geleceğimize bakmayı amaçlıyorum. Yüzyıldır kan, öfke, nefret ve yanlış anlamalarla örülmüş bir coğrafyada, barışın mümkün olduğuna inanmanın bile başlı başına cesur bir eylem olduğu günlerden geçiyoruz.
Her siyasi parti, her örgüt, her toplumsal yapı kaçınılmaz olarak kusurludur. Kitle örgütlerinin tamamı için aynı şey geçerlidir; yanlışları doğrularından fazladır. Türkiye’de ve dünyadaki bütün kitle örgütü yapıların, ne yazık ki, yanlışları doğrularından fazladır. Fakat bu tabloyu oluşturanlar çoğu zaman aktörlerin kendisi değil; biziz, sıradan insanlar. Bağnazlıklarımız, korkularımız, aidiyet açlığımız ve özgürlüğümüzü gönüllü biçimde başkalarına teslim edişimizin yarattığı o derin trajedi… Bütün bunlar bizi kendi seçimlerimizin kurbanına dönüştürüyor.
Bu nedenle siyasi yapılar çoğu kez çözüm üretmek yerine sorun imal eden fabrikalar gibi işler: Toplumun nefesini daraltır, psikolojisini kırar, eğitim yerine cehalet üretir, umudu tüketir, inancı aşındırır ve en önemlisi aidiyet duygumuzu parçalayıp büyük bir duygusal yıkım yaratır. İnsan türü, yeryüzündeki milyonlarca türden yalnızca biridir. Var oldukça arzuları, korkuları, inançları ve bunlardan türeyen sorunlarımızda eş zamanlı var olmaya devam edecektir. 7 milyon yıllık yolculuğumuz ister Afrika’daki volkanik bir çatlağın biyolojik serüveniyle başlasın; ister Anunnaki mitlerinden, ister Adem ile Havva’dan…
Bizim hikâyemiz hep arayış, çatışma, inşa ve yıkımın birbirine karıştığı uğultulu bir devamlılık biçiminde sürdü ,sürüyor ve şüphesiz sürmeye devam edecektir. Ama bunları asgari seviyeye düşürmek bizim elimizdedir. Bu serüven bize çok şey öğretti; aynı ölçüde acı, direniş, bilgelik ve tecrübe bıraktı. Geçen haftaki yazım üzerine gelen olumlu–olumsuz tepkiler nedeniyle bu metni kaleme almak istedim.
Kaleme aldığım önceki yazı, doğal olarak tepkiler çekti. Fakat benim amacım bir kişiyi kutsamak değil, Türkiye’nin içinden geçtiği karmaşık süreçte barış ihtimaline dair ahlaki bir pencere açmaktı. Bu ülkede çözüm isteyen herkes bilir ki barış, ideolojilerin değil; cesaretin ve hakikatin eseridir. Ve barış sürecinde her aktörün —sevsek de sevmesek de— belirli bir rolü vardır.
Devlet Bahçeli’nin özellikle 1 Ekim 2024’ten bu yana attığı bazı adımlar........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein