menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cevat Düşün yazdı: Abdullah Öcalan ve Kürt olgusu

11 0
10.11.2025

Geçtiğimiz günlerde DEM Parti heyetinin İmralı’da Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme sonrasında yaptığı kısa yazılı açıklama kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Heyetin, görüşmenin içeriğine dair paylaştığı sınırlı bilgide yer alan “Kürt olgusu” ifadesi, kısa sürede hem Öcalan/PKK çevrelerinde hem DEM Parti ve tabanında hem de kendilerine muhalif kesimlerde tartışmanın merkezine oturdu.

Ne var ki bu tartışma, kavramın derinliğini anlamaya yönelmek yerine giderek bir polemik, istismar ve manipülasyon zeminine dönüşmüş görünüyor. Oysa “Kürt olgusu” gibi çok katmanlı bir kavram, gündelik siyasetin dar ve tepkisel diline sığmayacak kadar derin bir anlam taşır.

Bu nedenle, ortaya çıkan bu kavramsal bulanıklığı aşmak ve meseleyi duygusal tepkilerden arındırarak ele almak amacıyla, konuyu felsefî ve ontolojik bir perspektiften tartışmaya açmayı önemli görüyorum. “Kürt olgusu” ifadesi yalnızca politik bir söylem değil; aynı zamanda varlık, kimlik, tanınma ve insanın kendisiyle kurduğu ontolojik bağ üzerine düşünmeyi zorunlu kılan bir çağrıdır.

Kürt olgusu, yalnızca bir halkın varlığını ya da etnik kimliğini ifade etmez. O, binlerce yılın sessizliğinde bir dil, karanlığında bir mum ışığı, bir tarih, bir kültür, bir hafıza ve bir direniş biçimidir. Coğrafyaların, dillerin ve sınırların ötesinde; var olmanın, tanınmanın ve direnmenin hikâyesidir. Bu olgu, sadece “Kürt olmak”la ilgili değildir — aynı zamanda insan olmanın en derin çatışmalarını içinde taşır: Tanınmak ister ama reddedilir; konuşmak ister ama sesi yasaklanır; kök salmak ister ama toprağı bölünür.

İşte bu yüzden Kürt olgusu, sadece bir etnik gerçeklik değil; varoluşun kendisiyle kurduğu diyalektik bir çatışmadır.

Kürt halkı, Mezopotamya’nın en kadim halklarından biridir. Tarih boyunca büyük imparatorlukların, savaşların ve göçlerin ortasında kalmış; kimi zaman kendi dağlarında özgür, kimi zaman başkalarının haritalarında bölünmüş yaşamıştır. Ama Kürt olgusu tam da bu bölünmüşlüğün içinde kök salmıştır. Çünkü bölünmek, Kürt için bir yok oluş değil, varlığını yeniden tanımlama biçimi olmuştur. Kürtçenin farklı lehçelerinde, Dicle ve Fırat’ın yankısında söylenen dengbêj ezgilerinde, ağıtlarda ve masallarda hep aynı şey duyulur: Bir halkın “Ben buradayım” diyen inatçı sesi. O ses, yalnızca tarihsel bir kayıt değil, aynı zamanda bir varlık bilincidir. Kürt olgusu, bu bilincin bin yıllar boyunca susturulsa da kaybolmayan titreşimidir.

Modern çağla birlikte Kürt olgusu, siyasetin merkezine yerleşti. Özellikle IŞİD’e karşı verilen mücadele ve Rojava’nın —her ne kadar resmî olarak tanınmamış olsa da— fiilî özerkliği, Kürt olgusunu küresel bir mesele hâline dönüştürdü. 1900’lerin başlarında ulus-devletlerin yükselişiyle birlikte Kürt coğrafyası dört parçaya bölündü: Türkiye, İran, Irak ve Suriye. Her biri kendi ideolojik düzenini kurarken, Kürt kimliği çoğu kez bu düzenin “fazlalığı” olarak görüldü. Kimi yerde inkâr edildi, kimi yerde bastırıldı, kimi yerde araçsallaştırıldı.........

© Medyascope