Darbenin 45. yılında 12 Eylül
Bir aile ziyaretindeydik. Kıştı mevsim, sene 1979. Dört kişiydik o yıllarda hep olduğu gibi. Ben 12, kardeşim 10 yaşındaydı.
O akşam ziyaret ettiğimiz aile baba tarafından akrabamızdı. Küçüğü benimle akran olan, büyüğüne ağabey diye hitap ettiğimiz iki erkek çocukları vardı. Belki yılda bir, belki daha seyrek görüşülüyordu ama bizim için tadına doyum olmaz akşamlardı bunlar. Evin oturma odası dört çocuk hemen kapanıp oyuna daldığımız küçük odadan koyu kırmızı renk, kalın bir panjurla ayrılıyordu. Bunu başka bir evde görmemiştim; o ev benim için kırmızı panjurlu evdi. Televizyon bizim oynadığımız odada olduğu için pek ilgilenmediğimiz tek kanallı yayının sesi bizim gürültümüze karışırdı; ama nedense kısılmazdı. O yaşta dahi tanınmış bir isim olduğunu biliyormuş ve büyükleri şok edecek bir haber olduğundan tereddüt etmemiş olmalıyım ki hemen kapalı panjuru sola doğru açıp seslenmiştim:
“Abdi İpekçi öldürülmüş!..”
Büyükler o esnada ne konuşuyorlardı, kim bilir. Ama büyük bir şaşkınlıkla koltuklarından kalkıp televizyonun başında dikkat kesildiler. Ara sıra birbirlerine bir şeyler söylüyor, sonra o yıllarda yüzlerinde sık sık gördüğüm endişeyle ellerini ağızlarının önüne, başlarına götürüp susuyor, dinliyor, izliyorlardı. Maktulün esmer yüzü, ciddi ifadesi, dudağının üzerinde ince, siyah bıyığı, yanlarda ağarmış siyah saçları, şoför mahallindeyken suikasta kurban gittiği BMW marka arabası o akşamdan itibaren ekranlarda, sabahtan itibaren de siyah beyaz başlıklarla çıkan gazetelerdeydi.
Bizim aile gibi politik sivrilikleri olmayan, etliye sütlüye pek bulaşmayan çevrelerde “gidişat kötü, ne olacak ülkenin hali?” sorusunun sık dillendirildiği karanlık bir dönemde olduğumuzu biz çocuklar dahi hissediyorduk. Elbette ülkenin uçuruma yuvarlanmasına neden olan ekonomiyle, iç ve dış siyasetle, güvenlikle ilgili sebepleri bilebilecek yaşlarda değildik; ne var ki çocuk zihinlerimizin dahi “terör”, “darboğaz”, “grev”, “kardeş kanı”, “örgüt”, “kıtlık”, “gösteri”, “suikast”, “cinayet” kelimelerinin bombardımanında isabet almaması mümkün değildi. Üniversitelerin sık sık basılmaları, boykot edilmeleri, sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında çıkan taşlı sopalı kavgalar, yeni başlayan öğrencilere “sağcı mısın solcu mu?” diye sorulması, bizi okula götüren servis arabalarının şoförlerine üniversitenin yakınından geçen ağaçlı yolda aracı hızlı sürmeleri gerektiğinin söylenmesi, bizim lisenin kampüsüne dahi bazı grupların ellerinde sopalarla dayandıkları........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Joshua Schultheis
Rachel Marsden