“Tarihi kazananlar yazar” diyen Napolyon’un bu ünlü sözü sadece kendi dönemi ve Fransa tarihi için değil yaşadığımız, yaşayacağımız her dönem için geçerlidir.
Buradan yola çıkarsak, basit bir düz mantıkla o zaman “kazananlar hep haklıdır” önermesine ulaşanlar da olabilir.
Bu önerme ne kadar doğrudur bilemem ama var olan gerçek, tarih boyunca kişiler ve olaylar değerlendirilirken ya da analiz edilirken kaybedenlerin gözüyle değil, hep kazananlarının gözüyle yapılmıştır.
Tarih bir bilimdir, araştırır, araştırılır, öğrenilir fakat çalışma alanı adından da anlaşılacağı gibi geçmiş üzerinedir. Geçmiş anlatılırken de varsayımlar üzerinden değil, varolmuş gerçekler üzerinden gidilir. Dolayısıyla geçmişteki olayları ve yaşananları anlatırken olanları değiştiremeyeceğimiz için bunların dogmatikliğini kabul ederiz.
İşte o zaman da hep kazananların “kahraman ve haklı”, kaybedenlerin ise “hain ve haksız” olduğu bir tarih anlayışı karşımıza çıkar. Daha doğrusu kazananların ağzından yazılan bir “resmî tarih” olgusu ile karşılaşırız.
Yine bir yazarın dediği gibi; “Tarih kazananların propagandasıdır.” Dolayısıyla kazananlar kendi tarihlerini de yazmış olurlar. Ancak bu resmî tarih her zaman doğruları mı anlatır, o tartışılır.
Acaba bizlere “Amerika’yı keşfeden kişi” diye anlatılan Kristof Kolomb’u ve kıtanın tümüne değişik zamanlarda giden beyaz adamları, onlar gelmeden önce orada yaşayan yerlilere sorsak nasıl nitelendireceklerdir? Onlar da bu gelen........