Bu hayat değil oyalanma
Gecenin bir vakti, herkesin sustuğu ama soruların zincirlerinden kopup özgürlüğüne kavuştuğu o saatlerde, zihnimde yarım kalmış cümleler dolaşıyor.
Tıpkı hayatın kendisi gibi; başı var, sonu var ama ortası sürekli eksik. Anlamsızlık bazen bir düşünce değil, bir iklim gibi çöker insanın üzerine. Sessizce, fark ettirmeden. Sonra bir bakmışsın, o anlamsızlık seni içine alan bir girdaba dönüşmüş. İşte tam orada sorular başlar; peşi sıra, nefes aldırmadan.
Bazen cevaplar mantığın dışında dolaşır. Yolda yürürken, gökyüzüne bakarken, boş bir ekrana dalarken… Ama çoğu zaman cevap yoktur. Doğmak, büyümek, çalışmak, evlenmek, emekli olmak, ölmek… Yemek ye, uyu, işe git, tatile çık, seviş. Al sana anlam. Kimi memnun etmeye çalışıyorsun? Anneni, babanı, patronunu, tanrını… Hoşnut olanlar için sorun yok. Ama bana göre bu büyük bir oyalanma. İşte anlamsızlık tam burada başlıyor.
İnsan burada bir anlam arıyorsa, bu çoğu zaman katlanamadığı boşluktandır. Belki de anlam dediğimiz şey, dayanamadığımız anlamsızlığın üzerine örtülmüş ince bir örtüdür. Hemen hemen bütün dinler bu örtüyü cennet vaadiyle serer önümüze. Hayatın kendisi anlamsız olmasın diye, ölümden sonrasına bir anlam taşır. Ama burada ironik bir durum yok mu? Eğer insan daha önce o cennetteyse, nasıl oluyor da kovulduğu bir yere yeniden girmek için bu kadar büyük bir çaba harcıyor? İnsan kaybettiği bir yeri mi arıyor, yoksa hiç sahip olmadığı bir hayalin peşinde mi koşuyor? Belki de cennet, kaybedilmiş bir mekân değil; bu dünyanın dayanılmazlığına karşı uydurulmuş bir tesellidir.
Aile, çocuklar, toplum, bayrak, vatan, ekonomik güç … Hepsi insana anlam yüklemek için inşa edilmiş kavramlar. Ama bir noktada fark edilir ki bu anlamların çoğu, üzerinde uzlaşılmış sanal yapılardır. İnsan çocukları için yaşadığını söyler ama çocuklar büyüyüp........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar