Yağmur ne zaman yağar?
Ölen Allah’ın sevgili kuluysa cenaze günü yağmur yağarmış çünkü gökyüzü de onun için ağlarmış.
“Allah sevdiğini çabuk yanına alır” da derler. Bu durumda kuraklık zamanları Allah sevdiklerine yüz çevirmiş, yanına almak yerine yeryüzü cehenneminde daha çok çile çekmelerine göz yummuş mu yoksa aşağıda hiç sevdiği kalmamış mı oluyor?
Tokyo şehrine yağmur en çok cuma günleri yağarmış. Ancak cuma Müslümanların kutsalı. Tokyolularsa bırakın Müslümanlığı nerdeyse toptan dinsizler. Kardeşime sorarsan da Miami’ye en çok pazar günleri yağıyor. Başka şehirlerin de kendi yağmur günleri varmış. Hadi canım oradan dediyseniz, demeyin. Şehir efsanesi değil bu, gerçekmiş.
Biz ihtiyaç duyup yağmur yağmasını istediğimizde inatlaşıyor hiç yağmıyor. O inatlaşma dönemlerinde yağmur isteyenler ellerini açıp yukardan diliyor. Tek başına avuç açmak yetmeyince toplu halde avuç açılıyor. (Avucu yukarı açarken yüzü de yukarıya çevirmek gerekiyor) Evin içinde tek başına ya da camide toplu halde yukarı yönelmek de yetmiyor ki mutlaka açık alana çıkılıyor. O da yetmiyor, yükseklere çıkılıyor. Mümkün olan en kalabalık şekilde ve en tepe yere çıkılması gerekiyor. Demek ki aşağıdakilerin dilekleri dinleyen, ancak en tepeye çıkanları duyabiliyor. Hep beraber avuç açılmışken de dileklerin en saf biçimde dillendirilmesi gerekiyor. Gruptaki herkesin saf olması önemli çünkü dilek her zaman tutmuyor. Dilek tutmaz, pardon yağmur duası işe yaramazsa anlaşılıyor ki grubun içine bir münafık sızmış, saflığı bozmuştur…
Sonra bir gün, zibidi bir uçak dolanıyor bulutların arasında, tohum atıyor ve döl tutuyor. Bulut suyunu aşağı boşaltıyor. Kimileri kızıyor “Yapay yağmur yağdırarak doğanın dengesini bozuyorsunuz” diye. Sanki yaptığımız onca yapaylıkla zaten doğanın canına okunmamışız gibi. Kimileri de ileniyor “Allah’ın işine burnunuzu sokuyorsunuz” diye. “Sen de dua okuyup Allah’a işini öğretmeye kalkıyorsun ama” demiyor kimse onlara…
Bu kadar lagada lugada yeter. Benim birkaç saat meteoroloji dersi dinlemişliğim var. Mikdat Kadıoğlu’nun da bir kitabını okuduydum. Bu kadarcık meteoroloji bilgimle anlatayım da gerisini siz tamamlarsınız nasıl olsa.
Yağmur denilen şey minicik ya da irice su damlacıkların yukardan aşağı salınmasıdır, bunu biliyoruz da bu salıvermenin ne kadar yukarıdan başladığından benim hiç haberim yoktu. Gözümüze ilişen yağmur bulutları birkaç yüz metre yukarısını telkin etse de yağış aslında kilometrelerce yukardan başlıyormuş. Uçaktan dışarı hiç baktıysanız camın dışına yapışan buhar kristallerinden de bilirsiniz ki o kadar yüksekte hava buz gibidir. Buluttaki su buharı oralarda donma noktasına kadar soğumuştur. Bir de yağmur damlası için gereken tohum meselesi var.
Bu 3 bilgiyi şöyle bir gözden geçirelim:
1-Yağışın başlaması için su buharının mini bir parçacığa çarpması ve etrafına yapışarak damlaları oluşturması gerekiyor. Biz buna yağmurun tohumu diyelim. Bu göze görünmeyecek kadar mini parçacığın (partikül) ne olduğunun önemi yok. Tertemiz kırsal bir alandaki bitki tozutları (polen) olabilir. Sahra benzeri çöllerden havalanmış kum zerreleri olabilir. Pis bir şehrin yakıt atıkları olabilir. Sanayiden üflenen zehirli kimyasal zerreler olabilir. Maden kasabalarından havalanan tozlar olabilir. Yeterince yükseğe kadar havalanabilecek miniklikteki herhangi bir şey yağmur damlasının tohumu olabilir. O tohumlar buhar halindeki suya çarptıklarında yağmur damlası da oluşmuş olur. Tohumu saran H20 molekülleri arttıkça damlalar aşağı doğru düşmeye başlar.
2-İster ahmak ıslatan, ister kovadan boşalan........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Rachel Marsden