Menzile ermek gerek |
“Yasaklı madde” haberlerinin çağrışımlarından mıdır bilmem, bu gece menzilcileri falan katmışım rüyama. O nedenle de birlikte gezinelim istedim geçmişin sularında. (Bu arada yasaklı lafına bir ben mi takılıyorum? Yasak veya yasaklanmış sözcüklerinin suyu mu çıkmıştı?)
1980 darbesi sözüm ona sağ-sol çatışmasını sonlandırmak için yapılmıştı. Solun köküne kibrit suyu döken darbeciler, sağın en koyusunun temsilcisine yani tarikat ehli Özal’a iktidarı teslim ederek kenara çekilmişlerdi. Özel görevli Özal da görevini hakkıyla yerine getirdi. Yabancı şirketlerin iştahına yanıt olan bir yasa çıkarıp “özelleştirme” adıyla ülke varlıklarının açık yağmasını başlattı. Ülkenin ekonomisi zaten berbattı ama açıkça batışı böyle başladı.
Silahların gölgesinde elde edilen siyasi istikrar (!) sayesinde sağlanan ekonomik gelişmeler (!) böyle başladı ama elbette din ekseni olmasaydı o maya tutmazdı. Neyse ki Özal sapına kadar dindardı. Böylece seksen darbecileri sayesinde tarikatçı dincilik de Cumhuriyetin ilk yıllarında tıkıldığı yer altından su yüzüne çıktı.
Cumhuriyet kurulurken Müslümanlığa dokunulmamışsa da “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” denilerek Müslümanlığın en temel unsuru, Osmanlının da en temel düsturu olan “Cihat” kavramı yok edilmeye çalışılmıştı. Anadolu Bektaşiliği ve Aleviliğiyle kısmen harmanlanan Sünnilik, Vahabilikten ayrı tutularak “ortaya karışık” yeni bir Müslümanlık imal edilmişti. Yamalı Anadolu elbisesi içinde temeli ahlak olan bir Müslümanlık türü kurgulanmıştı. Halkın çoğunluğunun iman ettiği bu din, kendi sınırları dışındakilerin malına mülküne ve de vatanına göz dikmeyen kanaatkâr bir kılıfa sokulmuştu, devlet eliyle. En temel özü olan cihattan kasten arındırılarak yenilenen (!) dinde yapılan en büyük reform ise Tanrısı ile kulunun arasına kimsenin giremeyeceği inancını yerleştirmek olmuştu. Cumhuriyetin kurucuları o nedenle bütün tarikatları yasaklamışlardı. Oysa o yasaklar asıl egemen olanların yağma düzenine engel oluyordu…
Türkiye Cumhuriyeti dünya egemenlerine kafa tutmuştu. Yeni devlet, kendi fabrikalarını kurup, kendi madenlerini işletip, kendi öz kaynakları ile bağımsız ekonomi olma yolunda ilerliyordu. Bu amaçla idealist kadrolar bile yetiştirmeye başlamıştı. Atılan tohumlar meyve vermeye de başlamıştı. Her türlü yıkımdan daha büyük bir yıkım olan topyekûn savaştan çıkan halkın çoğunluğu hâlâ çok yoksuldu ama hiç değilse kıçına patiska don, sırtına basma, ayağına lastik geçirebilir hale gelmişti. Sümerbanklar, Ziraat Bankaları falan vardı artık. Irkçılık ve etnisite gibi yepyeni ve çok önemli bir sorun da yaratmıştı ulusalcı Cumhuriyet ama öte yandan da ekonomik bağımsızlığından ödün vermeye niyetli görünmüyordu. Topraklarını kendi işliyor, madenlerini kendi işletiyordu. Bunun için de sıkı yasalar koymuştu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomi gibi eğitim de, sağlık da devletin bizzat elindeydi. Tıpkı komünist ülkelerin yapmak isteyip pek de başaramadığı gibiydi kurulan yeni düzen. Oysa aralarında kapışsalar da dünya kapitalistlerin denetimindeydi. Ekonomik açıdan Türkiye’deki devletçiliğin sürmesine izin verecek değillerdi. Yasaklar delinmek içindi, delmek ise namluyla o da olmazsa kurnazlıkla mümkündü.
Kapitalizm emperyalizme dönüşmüşken devrimci (!) Türkiye Cumhuriyeti’nin önlerine diktiği yasal engeller milli ve milliyetçi (!) askerlerinin silahları ile tek tek kaldırıldı. Ardı arkası kesilmeyen her askeri darbe, tersini söyleye söyleye devrimleri köşesinden bucağından yontarak ülkeyi biraz daha sağa sürüklemiş ama yetmemişti. En etkili darbe Özal iktidarı sayesinde gerçekleşti. Yasalar/ yasaklar ile yer altına itilen bütün tarikatların önü açılarak tohumlar fideye döndürüldü. En önce filizlenip en hızlı boy atan da Menzil tarikatı oldu.........