Dış politikada mecburi istikamet: Sıkışan Ankara’nın Batı rotası
Son on gündür dış politikada yaşanan gelişmeler, birbirinden bağımsız olaylar gibi görünse de aslında aynı makro stratejinin farklı yansımalarından ibaret: Türkiye’nin, ekonomik kriz ve meşruiyet arayışının baskısıyla Batı eksenine doğru yaptığı keskin ve pragmatik “U-dönüşü.” Gazze’de istenmeyen arabulucu rolünden Kıbrıs’taki seçim sonuçlarına gösterilen şaşırtıcı sükûnete ve ikinci el savaş uçağı alımının bir başarı hikayesi olarak sunulmasına kadar tüm başlıklar, bu yeni rotanın işaret fişekleri niteliğinde.
Gazze sahnesinde gerçeklerle yüzleşmek
Ankara’nın dış politikadaki en iddialı olduğu alanlardan biri olan Gazze meselesi, son günlerde acı bir gerçeklik testiyle karşı karşıya kaldı. İsrail’in, olası bir ateşkes denetim gücünde Türk askerini kesin bir dille istemediğini açıklaması aslında sürpriz olmadı. Türkiye’nin Hamas’a verdiği açık destek ve İsrail’e yönelik sert söylemleri, Tel Aviv nezdinde onu “tarafsız” bir aktör olmaktan uzun süre önce çıkarmıştı.
Ancak meselenin özü, İsrail’in vetosundan daha derinde yatıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İnşallah biz de olacağız” diyerek iç kamuoyuna bir prestij ve başarı gösterisi olarak sunduğu bu görev, aslında son derece riskli ve hukuki zemini belirsiz bir misyondu. Birleşmiş Milletler şemsiyesi olmadan, Hamas ile İsrail arasında sıkışıp kalma potansiyeli taşıyan bu güce Mısır ve Ürdün gibi komşu ülkeler bile mesafeli yaklaşırken, Ankara’nın bu denli hevesli olması dışarıdan bakıldığında anlamsız görünüyordu.
Aslında Türkiye, bu süreçte kendi iradesiyle masaya oturan bir oyun kurucudan ziyade, Hamas’ı ikna etme rolü biçilerek Trump ve Netanyahu tarafından masaya “oturtulan” bir aktör konumundaydı. Bu rol Türkiye’ye bölgede bir etkinlik alanı açmaktan çok, Ankara’nın Batı ile ilişkilerini normalleştirme ve “yapıcı” bir müttefik olduğunu ispatlama çabasının bir........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein