Karşıtlıklardan Hakikate Kemal Tahir’in Düşünce Evreni

Cumhuriyet sonrasında fikir dünyamızın üzerinde en çok tartışılan isimlerinden biri kuşkusuz Kemal Tahir’dir. Onu sağcı ya da solcu olmakla suçlayanlar da, ideolojik kamplaşmaların dışında büsbütün başka bir yere koymaya çalışanlar da çok oldu. Oysa bütün bu tartışmaların ötesinde Kemal Tahir’i anlamanın yolu, ne onu bir kalıba sokmaktan ne de düşüncesini taraflardan birine zimmetlemekten geçer. Kemal Tahir her şeyden önce yaşadığı toprağı, insanını, geçmişini ve geleceğini dert edinen; romancılığı ve düşüncesiyle Türkiye’nin kaderini kendine mesele edinmiş bir yazardır. Onun yazdıklarına yakından bakan herkes, ideolojik etiketlerin ve kolaycı sıfatların yetersiz kaldığını, Tahir’in asıl kaygısının bu ülkenin hakikati olduğunu hemen fark eder. O, ne Batı’nın önüne serilmiş hazır reçetelerin izinden koşmuş bir taklitçi ne de kendi toplumunun gerçekliğini yok sayan bir yabancılaşma temsilcisidir. Aksine, bu toprakların tarihsel birikimini, insan malzemesini, devlet geleneğini, köylüsünü, aydınını, dramını ve imkânlarını anlamaya çalışan; Türkiye’yi kendi iç mantığıyla kavramaya uğraşan, o uğraşı yazıya dönüştürürken de büyük romancıların safında yer almış bir kalemdir.

Bir Ülkenin Hikâyesi: Kemal Tahir’in Türkiye’si

Bu nedenle Sezgin Çevik’in onun romancılığını Dostoyevski, Faulkner ve Goethe gibi ustalarla kıyaslayan sözleri boşuna değildir. Çünkü Kemal Tahir’in büyüklüğü yalnızca iyi bir romancı olmasında değil; Türk insanının dramını dünya ölçeğinde bir roman diliyle ifade edebilmiş olmasındadır. Romanları Türk insanının devletiyle, toprağıyla, tarihiyle ve kaderiyle olan ilişkisini anlamaya çalışan bir iç yolculuk niteliği taşır. Hele ki Devlet Ana, yalnızca bir imparatorluğun kuruluşunu değil; Osmanlı’nın “kerim devlet” fikrinin nasıl doğduğunu, Anadolu insanının dayanışma biçimlerinin ve dünya tasavvurunun neye yaslandığını gösteren bir başyapıttır. Kemal Tahir burada Batı’nın ceberut devlet anlayışının karşısına, bu topraklarda doğmuş olan bambaşka bir devlet fikrini koyar. Bu tavır onun ne Batıcı aydının ezberine sığdığını ne de ideolojik kutupların basit tariflerine uyduğunu açık eder. Devlet Ana’nın tarihsel derinliği ve romancı sezgisi, yazarın hem bir geleneği yeniden düşünme cesaretini hem de Türk toplumunun köklerini kavrama konusundaki ısrarını gösterir.

Aynı ısrar, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Meşrutiyet’e, oradan Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan büyük dönüşümünü anlattığı “Yorgun Savaşçı – Kurt Kanunu – Yol Ayrımı” üçlemesinde de görülür. Yüzbaşı Cemil’in gözünden bir imparatorluğun çöküşünü, ordunun dağılmasını, aydınların dağınıklığını ve yeni bir devletin doğuş sancılarını anlatırken Kemal Tahir, her satırda “bu ülke nasıl kurtuldu?” sorusunun cevabını arar. Tanzimat’la başlayan Batılılaşma çabasının yanlışlarını, iyi niyetli fakat gerçeklikten kopuk taraflarını gösterirken asıl meseleyi hep aynı noktaya bağlar: Türkiye ancak kendi gerçekliğini anlayarak ayağa kalkabilir.

Benzer bir kavrayış, “Yediçınar Yaylası – Köyün Kamburu – Büyük Mal” üçlemesinde de köylünün dünyasını merkez alır. Kemal Tahir, Batı toplumlarını açıklamak için kurulmuş sosyolojik kavramların Anadolu köyüne uygulanamayacağını, ATÜT tartışmalarının........

© Maarifin Sesi